4 Nisan 2014 Cuma

30 Mart Seçiminin Düşündürdükleri

Bugün güzel Türkiye’mizde yaşananlar bana Fransız İhtilali’nden sonra Fransa’ya geçici bir süre hakim olan, Maximilien Robespierre liderliğindeki bir siyasi partiyi hatırlattı. Kendilerine Jakobenler diyorlardı...

Jakobenlerin siyasi metotlarına dair prensiplerinden bazıları şunlardı:
* Benimsedikleri görüş faaliyete geçmek için yeterliydi. Çünkü onlar mutlaka haklıydı.
* Güç kullanarak kendi görüşlerini dayatırlardı. Yani “halk için halka rağmen” prensibini benimsemiş, halk hakkında hayırlısını kendilerinin halktan daha iyi bileceğine inanmışlardı.
* Maksuda ulaşmak için tüm yolların meşru olduğunu düşünürlerdi.
* Halk cahildi ve onlar adına birilerinin karar vermesi gerekiyordu. Bu karar halka rağmen de olsa…(1)

Türkiye bir seçim daha gördü ve atlattı. Ak Parti’nin devasa zaferi tescil edildi. Arkasından Ak Parti’ye oy verenlerin %75’inin ilkokul mezunu olduğu, daha çok köylü-kırsal kesimden insanların Ak Parti’yi tercih ettiği, halkın yolsuzluğu onayladığı ve Ak Parti hükümetine hırsızlık yapma müsaadesi verdiği yönünde yorumlar gecikmedi. Önceden tahmin ediliyordu zaten böyle yorumların geleceği. Hangi seçimden sonra gelmedi ki…

İlk defa bir hükümet; başı sonu belli olmayan, gücünün sınırları kestirilemeyen, çok yakın bir zamana kadar dost gibi görünen bir düşmana karşı mücadele ederek seçime girdi. İslami kimlikle ortaya çıkan bir cemaat hedefine ulaşmak için kasetlerle şantaj yapmayı, hayatlar karartmayı, casus olarak bir yere sızmak adına içki içmeyi, tedbir olsun diye namaza spor demeyi, camialarının selameti uğruna intihar etmeyi, üniversite diploması için 4 sene tesettürsüz durmayı, hatta Yahudiler ve Hristiyanlarla diyalog adına bazı ayetleri 600lü yıllarda bırakmayı bile mubah görüyordu. Kendi söyledikleri ve yaptıkları böyle gösteriyordu. Böyle bir düşmanın neler yapabileceği hakkında binlerce ihtimalden söz edilebilir…

Halkı en zayıf noktasından vurmak istediler. Bu da kimsenin itiraz edemeyeceğini ve herkesin tepki göstereceğini düşündükleri yolsuzluk meselesiydi. Öyle ya yolsuzluk etmiş bir hükümete kimse sahip çıkmazdı. Ama hükümeti istifa ettirip devirmek adına kullandıkları yöntemler o kadar düşük ve aşağılıktı ki, doğrusu yemedik.

Yıllarca İslam’a alenen düşmanlık etmiş bir partiye başörtülü ablalar kapı kapı gezip oy istediler. Bir dönem önce başörtüsünü AYM’ye götürüp yasaklatan partinin başörtülü sandık müşahitleri oldu. Öyle ya, faraza Hz. Cebrail'in kuracağı partiye bile oy vermeyip CHP'ye menfaatleri gereği oy toplayan insanın zihniyetiydi bu.

Kur'an'la "makara kukara" diye dalga geçmiş bir bakanı olan hükümeti, Kur'an'ı yasaklayan partiyi destekleyerek cezalandırdılar kendilerince. Bunlar bile “hangi menfaatler sizi birleştirdi” diye sormasına yetiyor insanın.

Bir ses kaydına güvenip, kurulduğu günden beri halkın yarısının oyuyla yürüyen bir partiyi devirmeye yeltenmek akıllı adamın yapacağı iş değildir. Esasen kimin akıllıca, kimin cahilce davrandığı buradan belli. Hüküm yemiş Ergenekon tutukluları tahliye edildiğinde “aklanmış” muamelesi görürken, bakan çocuklarının (bakanların kendileri bile değil, nerde kaldı başbakan) bir bir tahliye edilmelerine rağmen hırsız yaftasından kurtulamamış olmalarındaki çelişkiyi bu millet yemedi.

Son yılların en popüler cümlelerinden biridir belki de: “Devam eden bir adli soruşturma varken yorum yapmak doğru olmaz.” Aylardır yolsuzlukla ilgili bir soruşturmanın sürdüğünü unuttu herkes, salağa yattı. Her soruşturmada “bağımsız yargıyı etkiler” diye susarken, bu sefer soruşturma filan dinlemeyip yokuş aşağı 6. viteste uçanları gördük ve söylediklerini yemedik.

En önemlisi de; kasetlerle bizi yönlendirmek isteyenlerin ve aslında bizim adımıza karar vermeye teşebbüs edenlerin niyetini keskin bir düşünce ve ince bir bakışla sezdik… Netice itibariyle biz cahil olduk… Onlarsa allame…

ANKARA’DA NELER OLUYOR

Bir Ankaralı olarak takip ettim. Ve “nedir bu insanların sıkıntısı” dedim. Mansur Yavaş oyların yaklaşık %30’u sayıldığı esnada seçimi kazandığını ilan etti. Arkasından Melih Gökçek’ten yalanlama geldi.  %80-90’ı açıldığı sırada Mansur Yavaş twitter’da geride olduğunu ilan etti. Tamamı açılmaya yaklaştığında tekrar önde olduğunu ilan etti. Tamamı açıldığındaysa “kaybettik ama şaibeli, itiraz edeceğiz” diyebildi. Bazıları YSK önünde eylem yaparak oylarına sahip çıkacaklarını sandılar. Bazıları Osman Gökçek’e ait siyah renkli bir Mercedes Vito minibüs’ün sürücüsünün silah zoruyla torba torba oy kaçırdığını iddia etti. Sonra da o minibüsün CHP’li bir belediye meclis üyesine ait olduğunu itiraf ettiler.

Normalde bir sandıkta oylar sayıldıktan sonra, çıkan oylar bir tutanağa yazılır ve  tüm parti temsilcileri tarafından aynı tutanaklar partilerin seçim koordinasyon merkezlerine getirilir. Fakat bu sefer Ankara’da twitter’dan “bulan getirsin, akp'nin hilelerini gösterelim” diye sandık tutanağı ilanları verildiğini gördü bu gözlerimiz. Sandık tutanakları ortalıkta geziyordu.

%45 ile kazanmış bir partiye karşı büyük bir hezimet yaşamış diğer bir parti… CHP işte… Seçimdeki hezimetinin üstünü biraz daha örtebilmek için Ankara’yı kazanması gerekiyordu. İlk defa bu kadar yaklaşmışlardı 20 senedir. CHP’liler, ülkücülerin bir kısmı, cemaatçiler, Ak Parti’ye karşı CHP’nin adayında birleşmişlerdi.  Bu kadar yaklaşmışken ve bu kadar uğraşmışken, kolay pes etmeyeceklerdi tabi ki. Ne yolla olursa olsun Ankara’yı kolay teslim etmeyeceklerdi. Gazi Osman Paşa gibi…

Bu uğurda meydanlar, zafer ve yumruk işaretleriyle bozkurt işaretlerinin aynı amaç uğruna yan yana havaya kalktığını da görmüştü… Ama son gelen bilgilere göre Melih Gökçek kazanmış görünüyor… Ankara’mıza hayırlı olsun diyelim…
Selamet…


(1) Roger Scruton - A Dictionary of Political Thought

twitter.com/mukallid_
@mukallid_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder