21 Nisan 2014 Pazartesi

Çöl Güneşi

Çöl;
Sessizliğe bıraktı kendini
Dağ;
Hazır olda
Ve gece;
Ağır ağır yakıyor ışıkları

Mekke'nin karanlık görünen
Bir o kadar soğuk dağını

Aslı bir baharın habercisi
Bir yetimin ağır ağır şahlanışı
Bir meleğin ışıltısı..

Veyahut bir şehrin gündoğumu
Yeniden doğan bir şehir
İbrahim'den sonra bu gün
Hiç görülmedi daha

40 yıldan sonra
Emin beldede açan gündönümleri

@zenciyusuf
twitter.com/zenciyusuf

20 Nisan 2014 Pazar

Gönüller Sultanına Mektup...

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
Bismillahirrahmanirrahim

"Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavat edendir." Gerçek cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavat etmeyendir." (Tirmizi, Daavât, 110) 

Allahümme Salli âlâ Seyyidina Muhammedin ve âlâ Âli seyyidina Muhammed

Esselatü Vesselamü Aleyke Ya RASULALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya HABİBALLAH 
Esselatü vesselamü aleyke ya Seyyidel evveline vel'ahirin,
Vesselamün alel mürselin. 

Selamların en güzeliyle s
ize bu mektubu yazmaya başladım Efendim..

Sen yoktun Sultanım,

Senden önce doğan Güneş Seninle daha parlak doğdu o gün.

Sen dünyaya geldiğinde yıldızlar dünyaya daha bir yakınlaştılar seni görmek için
Senin nurun Yüce Allah (c.c) tarafından 
yaratıldı. Senin nurundan önce ne levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı."

Yaratılmışların en güzeli, yaratılmışların en doğrusu, yürüdüğü yolları bastığı toprakları misk’i amber kokularıyla çevreleyen Alemlere rahmet cennet ehline sultan Efendim... Senin nurunla yaratıldı cennet ve cehennem, Senin nurunla yaratıldı arş’ı alem,  Senin nurunla yaratıldı yer yüzü ve gök yüzü, Senin nurunla yaratıldı Levh-i Mahfuz, Senin nurunla yaratıldı melekler, Senin nurunla yaratıldı La ilahe illallah Muhammedu’rresulüllah…

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet diye dua etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için] "Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?" buyurdu. Âdem aleyhisselam da, Arşta "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ya Âdem doğru söyledin. O bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım") [Taberani]

Kutlu bir gecede, şereflendi dünya Çünkü seninle tanıştı... Karanlık çökmüş dünyadaki tek aydınlık misali, mehtaplı bir gecede yanıp sönen ışıltılı yıldızlar gibi, daha da güzel, tarifsiz bir nurla, nurunla teşrif ettin yeryüzüne… Sen ki İnsanların peygamberisin ve sen ki alemlere rahmet olarak gönderilensin ve Sen ki peygamberimizsin elhamdülillah...

610 senesinin Ramazan ayı…“Oku! Yaradan Rabbinin adı ile! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.” (Alak,96:1-5)

Sen müjdelerin en büyüğü…

Şüphesiz biz seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak hak (Kur'an) ile gönderdik Sen cehennemin halkından sorumlu tutulmayacaksın (2/119)

Biz bunu bildik, inandık ve iman ettik Efendim

Sen buyurmuştun efendim; Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine ebeveyninden, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, iman etmiş olamaz. Ravi: Müslim, İman 69-70

YAŞAMINDA…

Samimi olarak ashabın zamanında “anam babam Sana feda olsun” diyenlerden olamadık efendim

Bir; Hz.Mus'ab Bin Umeyr (r.a) gibi olamadık Sana benzediği için Uhud gazvesinde ibn Kamie tarafından sağ kolu kesildiğinde şükürler olsun Hz. Muhammed (S.a.v) kurtuldu sol kolumuda al, sol kolu kesildiğinde şükürler olsun Hz. Muhammed (S.a.v) kurtuldu bir başım kaldı başımıda al dediğinde başıda kesildi.

(bir rivayete göre başı yere düştüğünde Umeyr yüzünü saklıyordu. Yüzünü Saklıyordu Koca Mus'ab, Koca Mus'ab yüzünü saklıyordu ama konuşacak hali de yoktu sondakikalarını yaşıyordu. Kim bilebilirdi acaba O'nun yüzünü saklamasının sebebini?

Resulü Ekrem (s.a.v) şerhetti... Buyurdular ki: " Mus'ab hicabından yüzünü saklıyor, çünkü bana söz vermişti. Hayatta oldukları sürece beni koruyacak, bana zarar dokundurmayacaklardı. Şimdi Rabbim' den hicap içinde ben hayattayken hâlâ dudaklarım kıpırdıyor, YA RESULULLAH' a bir şey olursa?

Mus'ab benden çok hayırlıydı, öldüğü zaman sarmak için kefen bulamadık. Başını örttük ayakları açık kaldı, ayaklarını örttük başı açık kaldı. N´eyleyelim Ya Resulullah? Dedik
Buyurdular ki: " AVRET MAHALLİNİ ÖRTÜN ve GÖMÜN
)

Halbuki Hz.Mus'ab Bin Umeyr (r.a) seni tanımadan önce yumuşak yataklarda yatan, güzel ve temiz kıyafetler giyen biriydi seninle birlikte bütün bunları geride bırakıp tek güzelliğin sende olduğunu görmüştü.

Ve o ilk öğretmendi her çıktığı gezide onlarca iman dolu gruplarla dönerdi sana aklını da, bedenini de imanın ve senin yoluna feda etmişti.

Onlar…

” İnandık” demekle yetinmemişler, Sana olan sevgileriuğrunda her türlü zulme ve işkenceye göğüs germişlerdi. Bu uğurda gerektiğinde yurtlarından, mallarından ve canlarından fedakârlık etmişlerdi. Onların Sana olan sevgileri, yavrusunu korumak için kendisini tehlikeye atan bir annenin ciğerparesine olan şefkatinden daha fazlaydı. Mesela Hz. Ali’ye, “Siz Resûlullah’ı (a.s.m.) ne kadar seviyordunuz?” diye sorulduğunda, O, şu cevabı vermişti:

“Resûlullah bize malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve babamızdan daha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzudan daha çok arzu duyar, daha çok severdik.”

Bu sevgi öyle büyük sevgi idi ki; Belki de bunun ilk tecrübelerinden birine Hz. Ömer (r.a) da yaşadık. Bir gün Efendim sen sormuştun: “Beni ne kadar seviyorsun?” Cevabı ise, “Seni canımdan başka her şeyden çok seviyorum!” oldu. Ama Sen Efendim en can alıcı noktaya dikkatini çekmiştin, “Canından da çok sevmedikçe tam iman etmiş olamazsın, ya Ömer!” buyurmuştun.

SENİ CANIMIZDAN ÇOK SEVİYORUZ EFENDİM…

Biz sevgiyi seni ruhlarımıza gıda olarak benimsedik efendim..Kalplerimiz seninle canlandı seninle şahlandı...

Yinede bunun sözlerde kaldığını düşünüyor ve Senden bizleri affetmeni istiyoruz Efendim...

Bir Ebu Talha (r.a) vardı; senin kalkanın olmuştu. “Anam, babam sana feda olsun Ya Resulullah! SAKIN SANA OK İSABET ETMESİN.” derdi.

Bir Enes bin Nadr (r.a) vardı; Resülullah vefat etti denildiğinde Resulullah’tan sonra sizin yaşamanızın ne faydası var?” deyip kılcını çekip müşriklere karşı şehadeti kazanana kadar savaşan.

Bir Zeyd b. Desine (r.a) vardı; “Değil Muhammed (sav) in sizin elinizde olması, onun ayağına Medine sokaklarında diken batmasına dahi razı olmam.” derdi.

Efendim senin saçının teline kurban olanlar vardı. Halid b. Velid (r.a) senin umre sonrasında traş olurken saçının telini alabilmek için yarışanlar arasında öne geçerek aldığı bir tutam saçını sarığının içinde saklayıp tüm savaşlarda galip gelen bir komutandı

Mescidlere gelir, meclislere gelir saçının ve sakalının tek tanesi biz onu gördüğümüzde göz yaşlarına boğuluruz ama ne yazıkki unuturuz sana göz yaşı seni yaşamakla olur

Ve sahabe sevgisi…  

Onlar için en büyük gaye, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmaktır. Bunun yolu da Sana tabi olmaktan geçer biliriz. Âl-i İmrân Sûresi’nin 31. âyetinde buyurulur:

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.’”

Bu emirler ışığında yaşamayı gaye edinen sahabelerin en mühim meselesi, Senin sevgini kazanmak, sana olan bağlılıklarını göstermekti. Sana olan bağlılıklarının yolu daseni dinlemek ve sana tabi olmaktan geçiyordu.

Neden? Okuduk, öğrendik, duyduk ve bizde bu bağlılığı gösteremedik diye soracağız... Ama sen bizleri affet Efendim...

Öyle bir zamanki Senin hayatınla yaşamayı öğrenemedik Sevginin bu olduğunu bilemedik, dünya aldı içine bizi savuruyor... Affet bizi Efendim…

Özür dilerim…

Özrümüz büyük utancımız büyük. Adını, sevgini bir bayrak gibi dalgalandıramadık gönül semalarında. Giremedik kalplere, anlatamadık senin adını, sunamadık sana muhtaçbenliklere.

Büyük utançlara kundaklandık; affet bizi ama Sen Sultansın Efendim, ne olur himmetini esirgeme boynu bükük, yüreği yaralı bizlerden, ümmetinden.

Efendim senden utanarak yeni bir hicretini diliyoruz. Sen gel ki, güneşin bizi terk ettiği karanlık gecelerimize dolunaylar doğsun. Biz yeniden haykıra haykıra “Tale’al-Bedru” ları okumaya başlayalım

Keşke bizde senin yaşadığın zamanda yaşasaydık. Keşke seninle aynı meclislerde bulunsaydık, senin duanı alsaydık seni görsek seninle yürüseydik. Senin sevgine nail olsaydık

Senle cihad etsek, senin rızanı kazanabilseydik

Senin önüne kalkan olsaydık...

Senin ayağına diken batmasın diye yollarını temizleseydik

Biz senin ahirzaman ümmetin olarak senden bizleri affetmeni istiyoruz...

Bir bilseydik seninde bizleri sevdiğini ümid ediyoruz bizler için istediğin şefaatten bizleri sevdiğini..

 

VE BİZ

İlk sünnet oturarak su içmek ve yatarken sağ tarafına yatmak; çocuklara öğretilen ALLAH birdir ve Peygamberin kim sorusundan HZ. MUHAMMED (s.a.v). Sonra güzel ahlak dersim sendin

Sonralarda senin hayatın ve güzelliklerin...

Biliyorsunuz onu oturarak su içerken bildik, annelerimiz yavrum Peygamberimiz suyu hep oturarak içermiş,Peygamberimiz hep sağına yatarmış, Peygamberimiz yatarken böyle dua edermiş. Diyerek bizlere Pegamberimizi anlatırdı, sonrasında sünnetleri tekrarlanırdı... Biz onu sünnetiyle tanıdık, sevdik, doğruları bildik.

2010 mart ayı dünya ikliminde bir oraya bir buraya savrulan ben; bir gün seni özlemiş, sana olan hasretiyle yanmış, tutuşmuş, senin nur cemalinin yattığı mekana Medine’ye gelmiştim, Senden rıza dilemeye, Senden dua dilemeye, Senden özür dilemeye… Öyle ki Efendim orada bile senin karşına aman durup dua istemek çok zordu ne yapacağımı bilmez bir durumda görevli insanların devam edin demesiyle gözlerimden damlalar süzülüyordu. Huzurundan ittirişlerle uzaklaştım, dayanamadım yine yeşil kubben etrafında döndüm, kubbeye baka baka yine geldim huzuruna ve kalabalık yüzünden sana doya doya bakamadım Efendim

Duam oldu sana doya doya bakmak

Ertesi gün yine senin huzuruna gelmek için yola çıktım,mescidine ayak bastığımda gözüme Yüce Allah (c.c) Kitabı Kur’an-ı Kerim takıldı ve bulmuştum efendim senin huzurunda Kitabı alıp karşına oturup okumaya başladım.Görevliler hiçbirşey demediler ve ben sana bakıyor, selam ediyor, dua istiyor ve özür diliyordum… Aramızda 5 metre vardı Efendim neden diyordum neden bu yaşıma kadar sana gelmedim affet beni Efendim

Ensar’ın şehrinde durduğum her gün senin huzurunda bizleri affetmen için senin sohbet meclisinde bulunurmuşcasına kalbimden bizleri affetmeni istedim Efendim…

Senden ayrılmak o kadar zordu ki Efendim Bedenim yola koyulmuş ama ruhum meclisinde kalmıştı... Ama bir şeyin sevinci vardı bir tarafımda Allah (c.c) evine doğru yola çıkmıştım… Oraya ilk adım attığımda ettiğim ilk duam seni bir daha görmekti

Beni affet Efendim 2 senedir sana gelemiyorum…

Efendim ahirzaman ümmetin içinde seni çok sevenlerde var.. Sen ve Senin güzelliklerin anıldığında içlerini sevinç kaplayan ama senin zamanında çektiğin sıkıntılarıduyunca ağlayan, parçalanan insanlarda var. Onlarki sana komşu olmak isteyenler, onlarki seni görmek isteyenler,onlarki seninle yatıp seninle kalkanlar. Senin bugüne bıraktığın, mesajlarla hayatını idame ettirenler. Cennet ehlinde sana komşu olmak isteyen bizleri affedip komşuluğuna kabul eder misin Efendim?

Seni sevenler bilirler ki seni seven Allah (c.c) sevgisine nail olurlar. Seni yaşayan bilirler ki Allah (c.c) rızasına nail olurlar.

Efendim

“Kim bir musibete uğrarsa, benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı musibeti hatırlasın. Çünkü bu, en büyük musibettir” buyurmuştun.

Efendim; biz sevgiyi senle yaşamadığımız sürece sevginin gerçek manasını anlamayacağız, sevmenin senin sünnetinle olduğunu, ALLAH yolunda cihatta olduğunu kavramadıkça dünyalık sevgilerle kalacağız.

Seni unutmuşuz ve musibetler çarkı içinde dönüp duruyor hep başka şeylere bağlıyoruz başımızdaki musibetleri.
Seninle öğrenmeli hoşgörüyü, adalet
i, sevgiyi, saygıyı, anlayışı, cömertliği ve yumuşaklığı...

Yaratılanlara bakınca bile seni göremeyen biz, senden şefaat diliyoruz…

Güle bakınca bile seni göremeyen biz, senden şefaat diliyoruz…


Bizlerin bu yaşadığı zamanı sen öncelerde 
söylemiştin efendim, bunun için sabahlara kadar affedilmemizi istedin Yaradan’dan ama bizler senin bu şefaatine nail olmak için dua ediyoruz.

Efendim bizleri de sancağın altına al,

Efendim bizleri de cehennem ateşinden uzak tut.

Efendim senin öyle sahabelerin vardıki onlar bile bizler için dua buyuruken biz adlarını bile unuttuk bizi affedecekler mi?

Bir Ebu Bekir (r.a) Sıddık ’ların efendisi hayatın boyunca yanından ayrılmamış Câmiu'l Kur'an vardı. O ki bütün malını mülkünü canıyla beraber İslam yolunda harcamış insan

Birgün Efendimiz (S.A.V.) Hz Ebu Bekirin yanına gelip ona dedi ki:
"Ya Eba Bekir dün sen hangi amelde bulundun
 ki Allah sana cennette bir köşk ihsan edecek ve sen o köşkün hangi penceresinden bakarsan bak Cemalullahı göreceksin. Dün hangi güzel amelde bulundun" dedi. Hz Ebu Bekir

"Ya Resulullah dün ben farklı birşey yapmadım herzamanki ibadetlerimi yaptım"
 dedi. Efendimiz:

İyi düşün sen herzamankinden farklı bir amelde bulundun o amelde Allahu Tealanın çok hoşuna gitti." Hz Ebu Bekir düşünmeye başladı sonunda şunları söyledi:

"Ya Resulullah dün ben senin ahirzaman ümmetinin ahiretteki durumunu düşündüm. Onlar o gün çok perişan olacaklar. Ama sen ümmetine çok düşkünsün, onların o zor durumunda sende üzüleceksin,ağlayacaksın ama bende seni çok severim.
 Senin üzülüp ağlamana dayanamam. Ben bütün bunları düşünürken kalbim galayana geldi ve ellerimi kaldırıp şöyle bir duada bulundum;

YA RABBİ VÜCUDUMU ÖYLE BÜYÜT ÖYLE BÜYÜT Kİ CEHENNEMİNE BENDEN BAŞKASI SIĞMASIN"

Ya Rabbim bizleri cennetinde Ebu Bekir (r.a) komşu kılAmin...

Öyle bir zamandayız ki efendim;  dünya kasveti sarmış etrafımızı, dünya işleri içinde boğulmuş. Sanki sadecedünya içinmişiz gibi unutmuşuz seni ama bilmiyoruz ki Seni anamızdan, babamızdan, evladımızdan daha çok sevmedikçe bu dünyada da ahrette de huzuru ve mutluluğu yaşayamayacağız.

Sen alemlere rahmet olarak gönderildin, biz bunun kıymetini bilmiyoruz. Sen sabahlara kadar ümmetim diye ağladın biz ise sabahlara kadar seni anmaktan bir haber olduk, ama efendim biliyorumki sen şefeaatinden bizleri mahrum etmeyeceksin.

Ensar gibi olamadık efendim Sana kucak açamadık, Senin ümmetine kucak açamadık, Müslüman ülkelerde akan kana dur diyemedik. Biz evlerimizde sıcacık yataklarımızdayatarken, onlar sadece seni yaşamak ve Allah (c.c) emirlerini yerine getirmek istediler onlara yapılan zulme sessiz kaldık ve sesimiz hala çıkmıyor

Efendim senin zamanında yardıma muhtaçlara el uzatan, dertlilere derman olan pişmanlıklara dua olan insanlar vardı ama şimdi muhtaçlıları ittiren, dertleri dertlendiren,pişmanlıkları azdıran insanlar var. İslam emir ve yasaklarını fetva adı altında şekillendirmeye çalışanlar var.O kadar boş yaşıyoruz ki hep ziyandayız Acaba bizisabahlara kadar ağlayıp şefaat istediğin ümmetin olarak kabul edecek misin? Eğer Sen bizi kabul etmezsen Yüce Rabbim bizleri nasıl affedecek Ya Rasulallah? Bırakma bizi gönlümüzün Sultanı, affet bizi affet ki Yüce Rabbimde bizi cehenneminden uzak tutsun.

VE GİDİŞİN…

Gidişin Efendim bizi yalnız bırakışın Hicretin 11. senesi, Rebiülevvel ayının on ikisi, Pazartesi günü. Milâdî 8 Haziran 632. altmış üç yaşında iken mübarek ruhun Refik-i Alâ'ya yükseldi.

Gidişin bu dünyada bizleri yapayalnız sensiz bırakışın efendim

Veda hutbeni yaptığında akan gözyaşları deniz oldu

Senin gidişinle yıldızlar söndü

Sen cin ve insin peygamberi Hz. Muhammed S.A.V keşke bizde seni görenlerden olsaydık... Ama biz seni görmeden sevenler meclisinde olmak için çabalıyoruz.

Ey güzeller güzeli, sevgililer sevgilisi...

Senki bu dünyadan göç etmeye yakın zamanda demiştinki "Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır. Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım gelsin vursun. Birinizin malını almışsam, gelsin hakkını alsın. Sakın hak sahibi, 'Şayet kısas talebinde bulunursam, Resûlullah bana darılır.' diye düşünmesin! Bilmelisiniz ki, benden hakkını isteyene darılmak benim fıtratımda yoktur. Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip benden onu isteyen kimsedir. Yâhut helâl edendir. Ben Rabbimin huzuruna üzerinde kul hakkı olmadan varmak istiyorum." O zamanki hala adaletini ve doğruluğunu gösteriyordun. Sen bizlere hakkını helal et ey Sevgili...

Bu ahirzaman dünyasında seni unutmamış olan sana sevgi duyan "ümmetim ümmetim" diye seslenişini duyup sevgine layık olmaya çalışan bizlere eksiklerimiz olsada şefaat et.

Yarabbi biz kulların senden affını ve mağfiretini istiyoruz, affı bol olan Allah’ım bizleri de Sultanlar sultanı Peygamberimiz Hz. Muhammed S.A.V efendimize ümmet kıl, cennet ehlinde onunla birlikte cennet hayatı yaşamamızı nasip et.

Allah’ım bize peygamber efendimizin ahlakıyla yaşamak nasip et ki, peygamber efendimizin sevgisine layık olalım.

Efendim bir elimize güneşi, bir elimize ayı verseler senin yolundan asla vazgeçmeyeceğiz

Ey Rabbimiz! Rasulünü anışımızdan haberdar et! O’na binler salat, binler selam! Habibine Makam-ı Mahmut’u ver. O’na vesileyi lutfet. O’nu refik-i Âlâya yükselt. Bizi de affet.O’nun hatrına affet,Zatının hatrına Affet.


twitter.com/infial_

18 Nisan 2014 Cuma

Nasıl Vereceksin Bilmiyorum Ama Ses Ver Müslüman...!

İslam alemi ağır imtihanlardan geçiyor şu sıralar. Tek tek ülke isimlerini saymaya gerek yok. Hepimiz biliyoruz işte. Türkiye İslam alemindeki en müreffeh ülkelerden biri. Bu yüzden pek derdimiz yok gibi. Karnımız tok. İdarecilerimiz müslüman. Bi' şeriat eksik. Kim istemez ki böyle bir ülke...

"Olur mu? En karışık ülke Türkiye." Fakat yeni seçimden çıktık ve seçim sonucunda gezinin de cemaatin de birer balon olduğunu gördük. Buna dair yorumlar yapıldı zaten. Geçiyoruz.

Türkiye diğer İslam ülkelerine kıyasla daha müreffeh olduğu için yer yer onların acılarını paylaşmak durumunda kalıyor. Acılar paylaşıldıkça azalır, güzel ama nasıl paylaşacağız?

Bu aralar sık sık gördüğümüz bazı cümleler şunlar:
"Ses ver Müslüman!"
"Duyarsızlaştık!"
"Susanlar hangi yüzle ..."
"Ey geziciler neredesiniz?"

Eğer bir insanı susmakla itham ediyorsam, kendim susmadığımı düşünüyorumdur. Ses çıkarmışım belli. Ki başkalarını ses çıkarmamakla suçluyorum. Ne yaptım ses çıkarmak için? Tweet attım, online imza kampanyalarına katıldım, vs... Attığım tweet'te "Ses ver Müslüman!" dedim. Bu tweet biraz "Ben ses veriyorum işte görüyorsunuz, sizi de ses vermeye davet ediyorum." mesajı taşıyordu sanki... Yatağımdan akıllı telefonumla attığım tweet...

"Ses ver!" derken neye davet ettiğimizi bilmiyoruz ki. Nasıl ses verilir? Duyarsızlaştık tamam, ama duyarlılık nasıl olur, nasıl yapılır? Ya da neleri yaparsak duyarlı sayılacağız? Bu biraz doğuştan görme engelli olan birine rengi tarif etmeye benziyor. Bizler soğuğu sıcakla; kısayı uzunla mukayese ederek algılayabiliyoruz. Allah-u Teala böyle yaratmış. Ama ümmete nasıl duyarlı olunabileceğini bilmeden, adama duyarsız teşhisi koyabiliyoruz.

Herkes birbirine "Uyan Müslüman!" diyor. Gerçekten diyor mu, yoksa kendi de uykusunda sayıklıyor mu meçhul...

Malcolm X "Tüm uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter." derken; bu sözü duyan herkesin kendine o bir tek uyanık rolünü yakıştıracağını tahmin etmiş midir acaba? Hepimiz uyandırmakla vazifeliyiz, uyandırmak bizim işimiz. Ama hiçbirimizin uyanma gibi bir derdi yok maalesef. Hepimiz kendimizi, o tek uyanık sanıyoruz, herkesi uyandırmaya yetecek olan... Herkesin sıradışı olduğu bir dünyada sıradan olmayı tercih edenimiz yok gibi...

Peki "ses ver Müslüman" çağrısına twitter ne ölçüde katkı sağlar? Sosyal medyanın devletler arası ilişkilerde baskı unsuru olarak kullanılamayacağını kabul edelim. Somut bir örneğini görmedik şu ana kadar. Hatta olmayan diplomatik krizlere bile sebebiyet verebiliyor. Bangladeş'te Abdülkadir Molla'nın idamının durdurulmasına dair bir tag başlatıldı, ardından beklenen vakitte idam gerçekleşmedi. Belli ki ertelenmişti. "İşte Türkiye'nin gücü! İşte dünyaya hükmeden milletimiz!" yorumları gecikmedi. Resmen idamı biz durdurmuştuk, hem de sadece 1 tag ile... Çok büyük ve çok güçlü bir ülkeydik biz... 48 saat sonra ansızın Molla'nın idam haberi geldi ve bizi 1 tag ile süper güç yapanlar idamın ardından hesaplarını kapatmadılar... Yüzleri bile kızarmadı; ki hala aramızdalar...

Mazluma karşı kıyam ve cihad edenlerden sonra en çok "ses veren" kişi; gece teheccüde kalkıp, ellerini açıp ümmet için ağlayarak dua edendir. Worldwide tt'de 1. sıraya tag sokan değil... Demiyoruz ki "Sokaklardan çekilelim, sadece dua edelim, sabredelim Allah Kerim'dir teheccüde kalkalım yeter." demiyoruz... Sadece "dua tweet'ten büyüktür" diyoruz...

Dua silahımızı daha çok kullanalım... 
Selamet...

@mukallid_
twitter.com/mukallid_

8 Nisan 2014 Salı

"Dindarsa Acımayın, Dinsizse Kaçırmayın(!)"

Eleştiri, eleştiri, eleştiri... Eleştirmek toplumumuz için bir hobi haline gelmiş. Ne kadar da seviyoruz değil mi? Adeta bir dünya markasıyız. Peki kimi, kimleri, neyi eleştiriyoruz? İster kabul edelim ister kabul etmeyelim bariz bir şekilde ortadadır ki bu ülkede en çok dindar kesim eleştiriliyor.

Dindar kesim hem kendi içinde hem de dışarıdan büyük eleştirilere maruz kalıyor; bu kesim hatasız, sorunsuz, sıkıntısız yaşamak zorundaymış gibi görülüyor. En ufak bir hatada tekfirler, ayetler, hadisler resmen kafasına vuruluyor insanların. Sözde bu kadar dindarken kırılıyor kalpler, üzülüyor insanlar...

Eleştirirken düzeltmiyor, düzeltirken eleştirmiyor, bütün o düzeni önce bozup sonra yarım yamalak halde bırakıyoruz. Dozunu bir türlü tutturamıyoruz o eleştirilerin. Küslükler, kavgalar, sıkıntılar beraberinde geliyor haliyle. Özümüze bakar olmadan sözümüze bakar olmuşuz. Hataları örtmeye değil; ortaya çıkarmaya, gözler önüne sermeye çalışır olmuşuz.

Hepimiz biliyoruz ki bir toplumu bitirmenin en kolay yolu onu iç savaşa sürüklemektir. İç savaş dediğimiz şey ise her zaman top, tüfek, kılıç, silah gibi şeylerle olmak zorunda değildir. Fikir bölünmeleri, kavgalar, küslükler, parçalanmalar beraberinde topyekün bölünmeyi ve iç savaşı getirir. Toplumumuz bu eleştiriler, aykırı olma çabaları, “en çok ben biliyorum”lar yüzünden ufak bölünmelere doğru yola çıkmıştır.

Bu hususlar çerçevesinde bize düşen ne midir? Biraz daha sevgi, biraz daha saygı, biraz daha hoşgörü, birbirimizi biraz daha iyi anlamaya çalışmak… Hasetten; kibirden, ön yargıdan uzak durmak... Unutmayın; hata yapmak insani bir olaydır, herkes hata yapabilir.  Ama sert eleştiriler, sert tutumlar hatasından dönmek isteyen insanları daha büyük hatalara sürükleyebilir.

Yazımı şu hadis-i şerif ile bitirmek istiyorum: 

"Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah-u Teala da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyi ortaya çıkarır ve dile verirse, Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evinin içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten ölüyü diriltmiş gibidir." (Buhâri, Mezâlim 3)

@kivilcikkk
twitter.com/kivilcikkk
facebook.com/kivilcikk

5 Nisan 2014 Cumartesi

Davamıza Sahip Çıkalım

Söyle kardeşim. Hakk'ı söyle. Ne zaman, nerede ne olursa olsun sen doğru olanı yap; doğru olanı söyle. "Delikanlım, işaret aldığın gün atandan, yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!"
Haykır, doğruyu haykır, hakkı haykır. Yürüsün millet arkandan... 

Sen öyle bir yaşa ki, sen yaşayınca herkes yaşasın...
Sen öyle bir var ol ki, varlığında yok olmasın kimse...
Sen hakkı öyle bir haykır ki, en cahilin bile aklında kuşku kalmasın... 

Haykırmalıyız dostlar, abilerim, ablalarım. Anlatmalıyız. Anlatmadan önce anlamalıyız. Bilmeliyiz davamızı. Çünkü yaşadığımız zaman diliminde herkes bir şey biliyor ama kimse bir şey bilmiyor. Okumalıyız, aktif olmalıyız. Biz bilmeliyiz. Biz üretmeliyiz. Elin Japon'u, Amerikan'ı bu kadar bilgiye ve teknolojiye sahipken bizim daha kendi ülkemizi, ülkümüzü, davamızı bile bilmememiz fert fert hepimizi üzüyor. Üzülmeliyiz. Ne yapıyorsak ümmet için ve ümmet ile yapmalıyız. Doğru okumalıyız olayları. Doğru kararlar vermeliyiz. Zalimin zulmü her gün ayrı bir boyuta ulaşırken, mazlumlara gözlerimizi yumup kulaklarımızı kapatmayalım. Zalimden güçlü olalım. "ezilletin alel mu'minin, eizzetin alel kafirin" olalım. Olmak zorundayız. Davamızı bilelim. Davamıza sahip çıkalım. 

@ahatweetattim
twitter.com/ahatweetattim

4 Nisan 2014 Cuma

Sosyal Medya'yı Neden Kullanmalıyız?

Konuya bir de şöyle girelim; bir müslüman sosyal medyayı neden kullanmalıdır? 

Müslüman sesini her platformda duyurmalıdır. Müslüman davasını her platforma taşımalıdır. 

Sosyal Medya'yı "Gavur icadı" görüp elimizin tersi ile itmemiz en büyük aptallığımız olacaktır. Müslüman çağın silahı ile silahlanmalı, ki sosyal medya da çağımızın en büyük silahlarından biri olarak anılmaktadır. (Arap baharı, gezi olayları vs. bu olayların başlangıç noktasının sosyal medya olduğunu hepiniz biliyorsunuz o sebeple bu konulara girmiyorum.) 

Müslüman teknolojiyi, iletişim araç-gereçlerini iyi kullanarak davasını bu ortamlar vesilesi ile en iyi şekilde duyurabilmelidir. 

Twitter ve Facebook olmak üzere diğer sosyal mecraları kullanmayı bilip diğer kullanıcıları, müslümanca davranarak etkilemek önemli olacaktır. Müslüman, her platformda İslam'ın gerektirdiği gibi davranarak kitleleri etkileyebilmelidir veya İslam için ve İslam için dava peşinde olan sosyal medya hesaplarına destek olarak bu davada pay sahibi olabilmelidir bir müslüman...

Sosyal Medya yazılarım devam edecek, bu bir giriş olsun inşaallah. 

Selam ve dua ile...

@gencmurteci
www.twitter.com/gencmurteci
www.facebook.com/genc.murteci

İhtiyacımız Ümmet Şuuru

Durup bir düşünelim..

Kendimize hiç sorduk mu? Filistin hala neden işgal altında, neden hala zulüm çekiyor, oradaki durumlar neden gittikçe daha da kötüye gidiyor?

Soruyu ben sordum, bir de ben cevap vereyim istedim...

İlk olarak şunu söylemek istiyorum; biz bir ümmetiz ama ne yazık ki bu sadece sözde, sadece lafta Gazze’deki insanlar yıllardır ambargo altında, ilaçsız elektriksiz kalıyorlar, dünyanın en büyük hapishanesindeler ama kimse onların feryadını duymuyor... Daha doğrusu çoğu insan görmezlikten geliyor, duyarlı olan az sayıdaki insanlarsa kendi çabalarına göre bir şeyler yapmaya çalışıyorken kalkıp onlara "otoriteden izin alınmalıydı" diyenler ortaya çıkıyor ve bu yapılan yardım çabalarını küçük düşürmeye çalışıyorlar. Halbuki bizim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar... Bana göre bu ilk neden...

İkinci ise; şimdi baktığımız zaman bir ülkeden başka ülkeye gitmek istediğimizde hep vize isterler ve çoğu ’’müslüman ülke’’ bizim yani "Filistinliler"in girmesine izin vermiyor. İzin verse de 3-4 ay bir süre beklememiz gerekiyor. Biz aslında tam bir ümmet değiliz... Biz; parçalanmış bir ümmetin, her parçası kendisini ayrı bir ümmet zanneden bir ümmetiz...

Suriye’deki acı Türkiye'de hissedilecek, Filistin'de akan kan Mısır’da durulacak Türkmanistan’daki kardeşlerimizin yaşadıkları zulüm Arakan’da son bulacak... Biz işte o zaman bir ümmet oluruz...


@tevfik_hamss

twitter.com/tevfik_hamss


30 Mart Seçiminin Düşündürdükleri

Bugün güzel Türkiye’mizde yaşananlar bana Fransız İhtilali’nden sonra Fransa’ya geçici bir süre hakim olan, Maximilien Robespierre liderliğindeki bir siyasi partiyi hatırlattı. Kendilerine Jakobenler diyorlardı...

Jakobenlerin siyasi metotlarına dair prensiplerinden bazıları şunlardı:
* Benimsedikleri görüş faaliyete geçmek için yeterliydi. Çünkü onlar mutlaka haklıydı.
* Güç kullanarak kendi görüşlerini dayatırlardı. Yani “halk için halka rağmen” prensibini benimsemiş, halk hakkında hayırlısını kendilerinin halktan daha iyi bileceğine inanmışlardı.
* Maksuda ulaşmak için tüm yolların meşru olduğunu düşünürlerdi.
* Halk cahildi ve onlar adına birilerinin karar vermesi gerekiyordu. Bu karar halka rağmen de olsa…(1)

Türkiye bir seçim daha gördü ve atlattı. Ak Parti’nin devasa zaferi tescil edildi. Arkasından Ak Parti’ye oy verenlerin %75’inin ilkokul mezunu olduğu, daha çok köylü-kırsal kesimden insanların Ak Parti’yi tercih ettiği, halkın yolsuzluğu onayladığı ve Ak Parti hükümetine hırsızlık yapma müsaadesi verdiği yönünde yorumlar gecikmedi. Önceden tahmin ediliyordu zaten böyle yorumların geleceği. Hangi seçimden sonra gelmedi ki…

İlk defa bir hükümet; başı sonu belli olmayan, gücünün sınırları kestirilemeyen, çok yakın bir zamana kadar dost gibi görünen bir düşmana karşı mücadele ederek seçime girdi. İslami kimlikle ortaya çıkan bir cemaat hedefine ulaşmak için kasetlerle şantaj yapmayı, hayatlar karartmayı, casus olarak bir yere sızmak adına içki içmeyi, tedbir olsun diye namaza spor demeyi, camialarının selameti uğruna intihar etmeyi, üniversite diploması için 4 sene tesettürsüz durmayı, hatta Yahudiler ve Hristiyanlarla diyalog adına bazı ayetleri 600lü yıllarda bırakmayı bile mubah görüyordu. Kendi söyledikleri ve yaptıkları böyle gösteriyordu. Böyle bir düşmanın neler yapabileceği hakkında binlerce ihtimalden söz edilebilir…

Halkı en zayıf noktasından vurmak istediler. Bu da kimsenin itiraz edemeyeceğini ve herkesin tepki göstereceğini düşündükleri yolsuzluk meselesiydi. Öyle ya yolsuzluk etmiş bir hükümete kimse sahip çıkmazdı. Ama hükümeti istifa ettirip devirmek adına kullandıkları yöntemler o kadar düşük ve aşağılıktı ki, doğrusu yemedik.

Yıllarca İslam’a alenen düşmanlık etmiş bir partiye başörtülü ablalar kapı kapı gezip oy istediler. Bir dönem önce başörtüsünü AYM’ye götürüp yasaklatan partinin başörtülü sandık müşahitleri oldu. Öyle ya, faraza Hz. Cebrail'in kuracağı partiye bile oy vermeyip CHP'ye menfaatleri gereği oy toplayan insanın zihniyetiydi bu.

Kur'an'la "makara kukara" diye dalga geçmiş bir bakanı olan hükümeti, Kur'an'ı yasaklayan partiyi destekleyerek cezalandırdılar kendilerince. Bunlar bile “hangi menfaatler sizi birleştirdi” diye sormasına yetiyor insanın.

Bir ses kaydına güvenip, kurulduğu günden beri halkın yarısının oyuyla yürüyen bir partiyi devirmeye yeltenmek akıllı adamın yapacağı iş değildir. Esasen kimin akıllıca, kimin cahilce davrandığı buradan belli. Hüküm yemiş Ergenekon tutukluları tahliye edildiğinde “aklanmış” muamelesi görürken, bakan çocuklarının (bakanların kendileri bile değil, nerde kaldı başbakan) bir bir tahliye edilmelerine rağmen hırsız yaftasından kurtulamamış olmalarındaki çelişkiyi bu millet yemedi.

Son yılların en popüler cümlelerinden biridir belki de: “Devam eden bir adli soruşturma varken yorum yapmak doğru olmaz.” Aylardır yolsuzlukla ilgili bir soruşturmanın sürdüğünü unuttu herkes, salağa yattı. Her soruşturmada “bağımsız yargıyı etkiler” diye susarken, bu sefer soruşturma filan dinlemeyip yokuş aşağı 6. viteste uçanları gördük ve söylediklerini yemedik.

En önemlisi de; kasetlerle bizi yönlendirmek isteyenlerin ve aslında bizim adımıza karar vermeye teşebbüs edenlerin niyetini keskin bir düşünce ve ince bir bakışla sezdik… Netice itibariyle biz cahil olduk… Onlarsa allame…

ANKARA’DA NELER OLUYOR

Bir Ankaralı olarak takip ettim. Ve “nedir bu insanların sıkıntısı” dedim. Mansur Yavaş oyların yaklaşık %30’u sayıldığı esnada seçimi kazandığını ilan etti. Arkasından Melih Gökçek’ten yalanlama geldi.  %80-90’ı açıldığı sırada Mansur Yavaş twitter’da geride olduğunu ilan etti. Tamamı açılmaya yaklaştığında tekrar önde olduğunu ilan etti. Tamamı açıldığındaysa “kaybettik ama şaibeli, itiraz edeceğiz” diyebildi. Bazıları YSK önünde eylem yaparak oylarına sahip çıkacaklarını sandılar. Bazıları Osman Gökçek’e ait siyah renkli bir Mercedes Vito minibüs’ün sürücüsünün silah zoruyla torba torba oy kaçırdığını iddia etti. Sonra da o minibüsün CHP’li bir belediye meclis üyesine ait olduğunu itiraf ettiler.

Normalde bir sandıkta oylar sayıldıktan sonra, çıkan oylar bir tutanağa yazılır ve  tüm parti temsilcileri tarafından aynı tutanaklar partilerin seçim koordinasyon merkezlerine getirilir. Fakat bu sefer Ankara’da twitter’dan “bulan getirsin, akp'nin hilelerini gösterelim” diye sandık tutanağı ilanları verildiğini gördü bu gözlerimiz. Sandık tutanakları ortalıkta geziyordu.

%45 ile kazanmış bir partiye karşı büyük bir hezimet yaşamış diğer bir parti… CHP işte… Seçimdeki hezimetinin üstünü biraz daha örtebilmek için Ankara’yı kazanması gerekiyordu. İlk defa bu kadar yaklaşmışlardı 20 senedir. CHP’liler, ülkücülerin bir kısmı, cemaatçiler, Ak Parti’ye karşı CHP’nin adayında birleşmişlerdi.  Bu kadar yaklaşmışken ve bu kadar uğraşmışken, kolay pes etmeyeceklerdi tabi ki. Ne yolla olursa olsun Ankara’yı kolay teslim etmeyeceklerdi. Gazi Osman Paşa gibi…

Bu uğurda meydanlar, zafer ve yumruk işaretleriyle bozkurt işaretlerinin aynı amaç uğruna yan yana havaya kalktığını da görmüştü… Ama son gelen bilgilere göre Melih Gökçek kazanmış görünüyor… Ankara’mıza hayırlı olsun diyelim…
Selamet…


(1) Roger Scruton - A Dictionary of Political Thought

twitter.com/mukallid_
@mukallid_

Hizmet Oğlum Bu, Bi'şey Olmaz...

   İman hizmeti, aslında "tebliğ" manasının bir vechesidir. Hizmet hizmet diyoruz da, peki nedir iman hizmeti? Önce kendi imanı kurtarmak bununla birlikte başkalarının imanının kurtulmasına, kuvvetlenmesine vesile olmaktır. Birinci şart: kendi imanını kurtarmak..

   Taviz tavizi doğurur diye umum tarafından kabul görmüş bir düstur var. İşte bu tavizler yedi bitirdi bu Fetullah Hoca'yı ve cemaatini. Bu her şeyin başlangıcıydı ve elbette hocanın mukavemetsizliği.. Önce başörtüsüne füruat dendi (her ne kadar kabul etmeseler de başı kapalı bacılarımız başlarını açarak okula gittiler sonuçta), askeriyeye adam sokmak için helâlin terkine ve harama girmeye cevaz verildi. En enteresanlarından birisi de -bence tamamen Türkçülük yaptıkları- Türkçe olimpiyatlarında kızlara şarkı türkü okutuldu. İşte gelinen nokta: "hizmet oğlum bu, bi'şey olmaz.."

   Hoca'ya bu kadar yanlış yetmedi. Biz onu odasından çıkmaz, sabahlara kadar Allah için ağlıyor zannederken meğersem o bir CEO edasıyla bankaları, kurumları, iş adamlarını yönetti, yetmedi arkadaş bu da, siyasete girdi. Ee.. Kâinat İmamı olmak kolay değil. 

    Hakiki dindar bir insan, siyasetçi olamaz. Siyasetçi ise tam dindar, müttakî olamaz. Peki Hoca, sen benden iyi biliyorsun bu meseleleri, sen bunun neresindesin?

   Bir din adamı sıfatıyla çıkıp da İslâm düşmanı olan Mustafa Kemal'e "bu milletin evladıdır, dindar bir milliyetçidir." diyorsun. Ecevit'e şefaat vs... Sen siyaset adamı mısın böyle bir taviz veriyorsun? Evet, sen kesinlikle bir siyaset adamısın ve ne kadar inkâr etseniz de siz artık bir siyasî oluşumsunuz. 

   Cemaatin tabanındaki hakiki ehl-i hizmet kardeşlerimizin de düşünmelerini, sorgulamalarını tavsiye ediyorum. Kardeşim, Kur'an'daki hükümler için bile "hikmeti nedir?" diye sormaya müsaade etmiş Cenab-ı Hak. Hikmetini sorun, körü körüne bağlanmayın.

    Peki bu anlattıklarımın Hizmetle ne alakası var? Yazının ilk paragrafında iman hizmeti diye başladık konuya ama sonrasında konu tamamen değişti. İşte, ilk paragraf ve sonrasındaki kısım ne kadar birbirinden uzak ise şuanda cemaat ile "iman hizmeti" birbirinden o kadar uzak, o kadar alakasız...

twitter.com/mutantan_
@mutantan_