29 Eylül 2014 Pazartesi

Filistinliler Topraklarını Sattı mı?

Türkiye’ye geldiğim andan itibaren sürekli bu soru ile karşı karşıya kaldım. Kimle tanışmışsam Filistinli olduğumu öğrendiği anda bana ‘’Siz Filistinliler zamanında topraklarınızı sattınız. İşte bu olanlar hep topraklarınızı satmanızdan dolayı oluyordur’’ derdi. Dışarıya vurmasam bile içimi hep bir hüzün kaplardı, hep bir öfke toplanırdı. Kendime de sorardım hep acaba biz satmışsak neden 60 yıldan fazla savaşıyoruz?  Neden o topraklar için kan akıtıyoruz?.. 

Ve böylece hikayem başlar; bu soruya cevap bulmak için bu soruyu soranlara cevap vermek için.  Filistinliler kesinlikle topraklarını satmadı. O topraklar zaten sadece Filistinlilerin toprakları değil ki satsınlar.  Kendime sordum soruyu da, sizlere bir daha soruyorum; eğer biz topraklarımızı sattıysak neden yıllardır ‘’hak etmediğimiz’’ bir toprak için can verelim? Neden kanlarımız akıyor o zaman? Sizin sahip olduğunuz bir şeyi sattıktan sonra onu geri almak için acaba savaşır mısınız? Onun için mücadele verir misiniz? Tabii ki hayır. Çünkü onun karşılığına birşeyler almışsınız ve o artık sizin değil. Bu, mantık penceresinden olan ilk cevabım. İkinci cevabımı benim yaşadıklarımdan ve gördüklerimden sizlere aktarmak istiyorum. 


Dedem 125 yaşına bastıktan sonra vefat etmişti. Biz küçükken hep yanına gidip bize nasıl göç ettiklerini, o topraklardan nasıl çıkarıldıklarını anlatmasını isterdik. Dedemin boyununda hep bir anahtar vardı, işgal edilen topraklarda bulunan evinin anahtarı idi o. "Neden taşıyorsun?"  diye sorduğumda bana "Biz evlerimizden çıkarken en fazla bir hafta sonra geri dönmek üzere çıkmıştık böyle olacağını bilmiyorduk. Yoksa oraları bırakır mıydık?" derdi. "Peki oralar nasıl işgal edildi o zaman?" diye sorardım, bize şöyle bir cevap verirdi: ‘’israilliler ingilizlerin yardımı ile gelişmiş silahlara sahip olmuşlardı ve terörist çeteler oluşturmuşlardı. Bu çeteler bir köye saldırıp içindeki herkesi acımasızca öldürüyorlardı. Çocuğunu, kadınını, yaşlısını hatta taşları bile üst üste bırakmıyorlardı. İster istemez yanındaki diğer köyler de korkardı. Çünkü biz kendi halinde insanlarız. Silahımız yoktu ve bu korku ile mecburen başka köylere gitmek zorunda kalıyorduk çeteler köyden geçene kadar. Ama onlar köye el koyuyorlardı.’’ Dedeme göre Filistin'in büyük bir oranı bu şekilde işgal edilmişti, bu şekilde israilliler Filistinin topraklarına el koymuştu. Bu yöntemi israil hala kullanmaya çalışıyor ama tabii ki eskisi kadar etkili değil artık. Çünkü insanlar artık her şeyin farkında. 


Üçüncü ve son cevabım tarih penceresi olacak. Bu cevap aslında çok uzun bir cevap olması gerek ama kısa ve öz geçmeye çalışacağım, tarih araştırmacısı olmadığımdandır. Filistin işgal edilme tarihi 1948. Aslında bu tarihte Filistin zaten işgal altındaydı. Fakat bu tarih tam olarak israil denen ülkenin kuruluş tarihi. Ve böylece o topraklar Filistin değil, israil olmaya başlamıştı. Filistin birinci dünya savaşından sonra Osmanlı yönetiminden İngiltere sömürgesine geçmişti. Yani işgal altında geçmişti. 1917’de o zamanlarda İngiltere’nin dışişleri bakanıydı ve yahudilere şöyle bir söz vermişti: ‘’Biz Filistin'i kontrol edenler olarak sizlere ‘’yahudilere’’ Filistin'de bir ülke kurmanıza gerek para, gerek silahla yardım edeceğiz’’ ve o günden itibaren Filistin'deki mücadele başlamıştı. Yani oradaki mücadele daha israil bir devlet olarak ortaya çıkmadan önce var olan bir mücadeleydi. O zamanlarda tapularda şöyle bir yazı yazılıyordu: ‘’Bu toprak, Filistinli bir müslüman olmayana satılamaz’’. Yani tarih boyunca o toprak satma olayı hep yalan olmuştur ve malesef bir çok kişi buna inanıp bizleri yargılamaya başlamıştı. Bu toprak satma olayı israillilerin Müslümanlara sunduğu bir yalandı ki, Müslümanlar Filistin'e ve Filistinliler hep verdiği mücadeleye yardım etmesin ve göz vermesin diye Müslümanların düşüncesinin hep böyle olmasını istemişler: ‘’Onlar zaten topraklarını satmışlar bunu hakediyorlar bize ne.’’


Bunun için Filistinliler topraklarını sattı diyen her kimse bence Filistin'de verilen mücadele büyük haksızlık yapıyor. Orada düşen şehitlere, orada akan kanlara, haksızlık yapıyor. Orada oğullarına ağlayan annelere, yetim kalan çocuklara haksızlık yapıyor. Filistinliler topraklarını satmadı. Tam tersi topraklarına sahip çıktı. Onun için yıllardır bu haldeyiz, yıllardır zulüm altındayız.. 


Selam ve Dua ile..
Tevfik Alhamss (@tevfik_hamss) (29.09.2014)

23 Eylül 2014 Salı

Ebu Hanife'yle yarışan cumhuriyet gençliğine açık mektup!

"Ebu Hanife bu ayeti okuyup böyle anlamış. Ben de onun gibi aynı şekilde okuyup kendi anladığıma uyabilirim." diyen gençlere sesleniyorum beni dinliyorlarsa.


Şimdi senin ilminle Ebu Hanife'nin ilmini mukayese etmeyeceğim. edemem de zaten. senin ilmini elif cüzünden Kur'an'a yeni geçmiş talebelerin ilmiyle mukayese edebilirim ancak. Ama bugün iyi günümdeyim, şöyle bi bakayım...


Canı sıkıldıkça J.K. Rowling'lerin, Stephen king'lerin arasında unutulmuş, üç kat toz tabakasıyla kaplanmış Yaşar Nuri ya da İskender Evrenosoğlu'nun mealinden 3-5 satır okuyup müçtehidlik yapmaya kalkmak büyük edepsizliktir kardeşim. Sen de gençsin, kanın kaynıyor, kendini bi halt zannetme ihtiyacının zirvede olduğu zamanlardasın, dinî sahayı da boş gördüğün için dinle alakalı kafana estiği gibi cirit atabileceğini düşünüyosun. Ama gerçek dünya öyle değil kardeşim.


Senin de aklın var tabi aynı İmam Azam'ın aklı olduğu gibi. Biz sana gerizekalı demiyoruz haşa. Sen de düşünebilirsin. Mealden olsa da, elementery düzeyde bile Arapça bilmiyor olsan da ayetlerin Türkçe tercümelerini okuyup anlayabiliyosun maşallah. Sen de İmam Azam gibi Kur'an'dan hüküm çıkartabileceğini düşünüyosun. Bence düşünme. Ama yok illa düşüncem diyosan, biz de objektif olarak bakalım. Teheccüd kılarken 1 rekatta hatim indiren, Kabe'nin dibinde sahabeler dahil 1500 hocadan ders okuyan, "leb" demeden çorumun x kazasının y köyünün muhtarının nüfus kağıdındaki cilt no'ya kadar anlayacak kadar keskin zekası olan İmam Azam'la yarış bakalım. Laik cumhuriyetin sütüyle büyümüş ve 3 senedir makroekonomi bütünü geçemeyen yakışıklı cevval bi genç olarak yarış. 


Biz de ümmet olarak objektif şekilde 1300 yıl sonra bakalım, hanginizin ismini ve varlığını hatırlayan son insan bin sene önce ölmüş, hanginizin 1300 sene sonra arkasından rahmetler okuyan, namazı ondan öğrendiği gibi kılan, ona ismiyle değil İmam Azam diye hitap eden milyarlık bi ümmet var, bekleyip görelim... 1400 sene sonra hadislerin uydurma olabileceğini ilk defa akıl eden mübarek kardeşim benim. Sen gene de bi dene...


@mukallid_

19 Eylül 2014 Cuma

Filistin Gazze’den İbaret Değil!

Bu yazımının yazmanın tek nedeni; son zamanlarda aramızda bir çok insanın Filistin’de verilen mücadele ve yapılan direnişin sadece Gazze'de olduğunu düşünmesidir. Filistin'de verilen mücadelenin şekilleri var, sadece silahla değil, sadece sabretmek değil. Filistin'in her köşesinde mücadele var, direniş var. Filistinli olmak bile direniştir. Filistinli olmak bile mücadeledir, nerede olursa olsun bir Filistinli bir mücadele veriyordur, bir direniş veriyordur. 

Bu yazımda sizlere bir çok noktayı ulaştırmak istiyorum. İlkini yazımın başlığından görebilirsiniz. Filistin'in sadece Gazze'den ibaret olmadığını ve Gazze'nin sadece Filistin'in bir parçası olduğunu göstermek istiyorum. Tabii yazımın içinde başka noktalara da değineceğim. Filistin'in başka yerlerinde nasıl mücadele verildiği ve nasıl ayakta durulduğunu da az da olsa göstermeye çalışacağım.

Son zamanlarda Gazze hep ön plana çıkmış. Tabii bu son zamanlarda yaşadığı savaşlar ve zalim ambargoya karşı verdiği direniş nedeniyle özellikle içindeki insanların göstermiş olduğu sabırdan dolayı hep göz önünde olmuş. Oradaki insanların verdiği yaşam mücadelesini anlatmaya bir yazı değil binlerce yazı bile yetmez fakat Filistin'in başka yerlerinde de en az Gazze kadar direniş ve mücadele var; özellikle Kudüs ve Batı Şaria’da verilen büyük mücadeleler var. Belki orada dış ambargo yok, ama ‘’iç ambargo’’ var. Bu nasıl bir şey diye sorarsanız, size şöyle açıklayabilirim. Gazze’nin içindeki insanlar Gazze’nin dışına çıkamıyorlar, sadece Gazze’nin içinde kalıyorlar ve rahat bir şekilde Gazze’nin içindeki şehirlere gidip gelebiliyorlar. Ama Batı Şaria’da böyle bir durum yok. Tam tersi, oradaki insanlar dışarıya rahat bir şekilde çıkabiliyor ama şehirler arasında rahat seyahat edemiyorlar. ‘’Kontrol Noktaları’’ var; israilli askerlerin her yerde kurduğu ve insanların saatlerce beklediği, hastaların can verdiği, hatta hamile kadınların doğum yaptığı kontrol noktaları bunlar. İnsanların iki saatlik yolu, hatta 15 dakikalık yolu gitmeleri günler sürebiliyor. Bu kontrol noktalarından dolayı bazı insanların başka şehirlere gitmesi yasak. Nedeni ise çok basit: bu ‘’kontrol noktası’ndan geçmek yasak, askerler bir kulenin içinden sana izin veriyor ya da vermiyor. Sen ise onların izin vermelerini bekliyorsun. Onlar çoğu zaman eğlencesine ‘’Hayır geçemezsin derler ve seni geldiğin noktaya geri gönderirler. Öğrenciler okullarına gitmek için bu noktalardan her gün iki sefer geçmek zorunda. Çoğu zaman okuluna gitmeden evine döner öğrenciler, hastaların tedavi olmak üzere hastanelerin olduğu şehirlere gitmek için izin almaları gerek. Çoğu zaman da izin almazlar, bu ‘’kontrol noktalarında’’ şehit olurlar. Bu kontrol noktalarına ‘’Ölüm Noktaları’’ diye isim veriliyor Filistin’de ve gerçekten öyledir. Özgürlüğün, merhametin ve hatta insanlığın öldüğü noktalar bunlar. Bu sadece kontrol noktalarında gördükleri zulum, bu sefer sadece bunu anlatıyorum.

Kudüs’e gelirsek ve orada neler yaşandığını anlatacak olursam, oradaki yaşananlar kalplerin gözyaşlarını kan olarak akıtır. Orada yaşayan insanların Kudüs’te olması başı başına bir direniştir savaşmasa da, birşey yapmasa da. Orada kalmak, israillilerin aralarında kalması ve orada direnmesi bir Filistinlinin verebileceği en büyük mücadelelerden birisi. Kudüs’te bir Filistinli bir evi inşaa etmek isterse ‘’israillilerden’’ izin kağıtları çıkarması gerek. İzin isteyen bir Filistinli olunca onu aylarca uğraştırırlar ve sonunda izni vermezler. Çoğu zaman Filistinliler izinleri alamadığı için evlerini izinsiz yaparlar, israilliler bunu bildikleri halde yapmalarına izin veriyorlar, bir süre sonra gelip evin sahibine ‘’Evini izinsiz yapmışsın, evini en kısa süre içerisinde yıkacağız’’ derler, yıkımın masraflarını da evin sahibine yüklerler, bunun için Filistinliler çoğu zaman kendi eli ile yaptığı evini kendi eli ile yıkar masrafları ödememek için... İnşaa izni alan ve evini israillilere göre ‘’yasal’’ bir şekilde yapan Filistinliler de pek rahat değil tabii. Tadilat yapmak isterse yine izin alması gerek, tabii ki bu sefer verilmiyor ve aynı şekilde izinsiz yaptırmak zorunda kalıyorlar. Bu sefer yapılan tadilati yine yıkıyorlar.

Bunu özetleyecek olursam Filistinlilerin Kudüs’te bir şeye sahip olmalarına izin vermiyorlar ve böyle şeyleri yaparak Filistinlileri Kudüs’ten çıkarmak istiyorlar. Onun için Kudüs’te kalmanın bile başı başına bir mücadele, bir direniş olduğunu söylemiştim.

Son olarak ‘’Numaralar Mezarlığından’’ bahsedeceğim. Çok uzun bir konu olduğu için çok hızlı ve özetle anlatacağım. Belki aramızda çoğu insan bunu ilk defa duyacak. israil hapishanelerinde tutuklu olan Filistinliler eğer cezasını tamamlamadan vefat ederse; cesedini ailesine değil ‘’Numaralar Mezarlığında’’ defnederler ve cezasını tamamlayana kadar orada tutarlar. Ailesine ise bir numara veriliyor: mezarlığın içindeki numarası ne ise ailesine o numara veriliyor ve şehidin ailesi beklemeye geçer. israil sadece canlıların değil ruhunu Allah’a teslim etmiş şehitlerin bile düşmanı.

İşte o anlattıklarımdan dolayı Filistin sadece Gazze’den ibaret değil. Filistin’in her yerinde mücadele veriliyor; farklı şekillerde mücadele veriliyor. Kaderinde savaşmak yazılmışsa bir Filistinli savaşarak mücadelesini veriyor, kaderinde evini eli ile inşaa edip eli ile yıkması gerektiği yazılmışsa öyle de mücadele veriyor, kaderinde vatanından uzakta gurbette yaşamak yazılmışsa öyle de mücadele veriyor. Filistinlilerin kaderinde hep mücadele yazılmıştır, şekli ne olursa olsun her türlü, her hali ile veriyoruz...

Tevfik Alhamss (@tevfik_hamss)
19.09.2014

14 Eylül 2014 Pazar

Yeni bir İslam anlayışına muhtaç mıyız? - 1

İslam dinamik bir dindir. Hayat dinidir. "Onca emir ve nehiy kitapta duradursun, müslümanlardan canı isteyen bunlara uysun, canı istemeyen uymasın, ee hangi çağda yaşıyoruz, ne de olsa özgür bir dünyadayız" görüşündeki free lance müslümanlarla birlikte yaşıyor olsak da, bu dinin sahibi olan Allah'ın "İslam" tanımına sadık kalmayı tercih ediyoruz. Bizim itikadımıza göre bütün insanlar kelime-i tevhidi kalbiyle tasdik, diliyle ikrar etmeye memur ve mecbur. Mü'minlerin bu noktadaki görevi de tebliğ ve cihad. Yani tebliğ artı cihad.(1) 

Bir yandan 14 asır önce inmiş ve ilk kez icra edilmiş olan Kur'an ve sünnete bağlı kalacaksın, öte yandan çağın ihtiyaçlarına cevap veren yeni bir İslamî anlayış şekillendireceksin. Hakkaten zor iş. 

Bu işi bazı zevat "tarihselcilik" metoduyla çözmeye kalkışmışsa da başarılı olamamışlar. Neden acaba?... Kur'an'ın bir kısım ayetlerinin tarihsel olduğunu ve bugün geçerliliğini kaybettiğini söyleyen bu zevat, Allah'ın hangi ayetlerinin geçerliliğini yitirdiğine de kendileri karar veriyor. Misal; kadının sosyal hayata bu kadar entegre olduğu bir zamanda, mirastan erkeğe nazaran yarım pay almayı(2) doktor, mühendis vs. olan hiçbir kadının kabul etmeyeceğine, bunu kadınlara sormadan karar vermişler. Dünya bu kadar küreselleşmiş, özgürleşmiş ve biz de Avrupa Birliği'ne bu kadar yaklaşmışken bazı hırsızlık vakalarında hırsızın elini kesme(3), yol kesici teröristlerin ellerini ve ayaklarını çaprazlamasına kesme(4), katillere kısasla muamele etme yani idam gibi adetlerin(!) çağdışı olduğuna, böylesine bir çağda (nasıl bir çağsa artık) cihadın silahla yapılamayacağına, ancak ve ancak fikir ve tebliğ yoluyla yapılabileceğine çağların Rabbi adına karar verebiliyorlar. Haliyle bu tür çözüm önerileri, çözüme yönelik bir fayda ya da tesir vermiyor. Kendileri de doğal olarak Kur'an'ın bir kısmına iman edip bir kısmını inkar ettiği için en şiddetli azaba çarptırılacaklar taifesinden(5) oluyorlar.

Bu tarihselcilik bâbında; başta Fethullah Gülen olmak üzere bazı zevat tarafından da ehl-i kitap (Hristiyanlar ve Yahudiler) hakkındaki ayetlerin Rasulullah (sav) zamanında kaldıkları ve günümüzde hükümlerini yitirdikleri söylenerek tarihsellik metoduna maruz bırakıldıklarını zikredelim.(6)

Tarihselcilik, yeni bir İslamî anlayış getirmekle ilgili spesifik bir misal olduğu için bu konuya eğilmek istedim. Mevcut anlayışı aşabilmek için herhangi bir sebeple bazı ayetleri geçersiz kabul etmenin doğru bir usul olmadığı gerçeğinin zihinlerde yer edinmesini sağlamaya çalıştım. Mevcut İslamî anlayışı aşmaya ne kadar ihtiyacımız olduğu da ayrı bir tartışma konusu.

Dipnotlar:
(1) Tebliğ ve cihad aslında birbirinden ayrılamayacak ve birbirini tamamlayacak iki keyfiyet. Cihad tebliğ usulüyle yapılacağı gibi; tebliğ de aslında cihadın bir cüzü sayılabilir.
(2) Nisa 11
(3) Maide 38
(4) Maide 33
(5) Bakara 85
(6) Küresel Barışa Doğru s.45

Yakub Mukallid
twitter.com/mukallid_

9 Eylül 2014 Salı

Savaştan Sonra Gazze

Gazze’de yapılan savaş sırasında yani 51 gün boyunca herkes Gazze’yi merak ediyordu, neler olduğunu, nasıl bir duruma geldiğini, bütün gelişmeleri dört gözle takip ediyordu. Fakat ateşkesin sağlanması ile herkes savaşın bittiğine inanıp, takipten vazgeçmiş durumda. Aslında bakarsak Gazze Savaş'ı ateşkesin sağlanmasından sonra başlamış diyebiliriz. "Nasıl?" diye sorarsanız size şöyle bir cevap verebilirim; savaş boyunca 2 bin 400'den fazla Filistinli şehit oldu ama savaş bittikten sonra Gazze’nin içinde kalan 1 milyon 750 bin Filistinli her gün farklı yollarla ölüyor. Her gün farklı şekillerde can veriyor. Savaşın içinde şehit düşenler füzeden bir sefer de şehit olup Hakk'ın yanına gidip rahatladılar; evet rahatladılar çünkü onlar artık Gazze’ye yapılan zulümden çekmeyecekler, ambargo altında kalmayacaklar, savaşın bitmesinden sonra ümmetin sessiz kalmasını izlemeyecekler. Şuan Gazze’nin en çok bize ihtiyaç duyduğu zamandır. Gazze’ye bir dönüp bakalım on binlerce ev yıkılmış durumda, bu da savaş boyunca yüz binlerce Filistinli'nin evsiz kaldığı anlamına gelir onları bir düşünelim, kendimizi biraz onların yerine beş dakikalığına koyalım ve onların baktıkları pencereden bu hayata bakalım o zaman daha çok anlarız Gazze’de ki savaşın daha yeni başladığını.Gazze sokaklarından biraz daha Gazze’nin içine girelim, hastanelere girelim içlerine bakalım biraz, yatakları yaralılarla dolu hatta; bir yatakta belki birkaç yaralı görebiliriz. Tıbbi malzemelerin az olduğu bir yerden bahsediyoruz hatta yok olacak kadar az. Bir yaralıyı ziyaret ettiğin odadan bir çok yaralının acılarını dinlersin diğer odalardan gelen acıları da belki azıcık sen de yaşarsın, bu sefer Gazze’ye bir doktorun baktığı pencereden bakalım; elinin altında birkaç hafta önce yaralanan bir çocuk ama sen bir şey yapamıyorsun sadece izliyorsun bu hayattan gitmesini... Ona verebileceğin ilaç yok, 6 yıllık eğitiminde böyle bir ders almadın, ölmek üzere olan birini izlemek...

Ambargo kalkacak dediler, sınır kapıları açılacak, yardım malzemeleri girecek dediler. Onun için zaten ateşkesi yapmışlardı birkaç hafta önce, lakin bunlardan hiçbiri olmadı.  Annem ‘’keşke savaş devam etseydi en azından yardım geliyordu bu mazlum insanlara, ama şimdi yavaş yavaş ölmeye bırakıldık’’ dedi.

Bana göre şuan Gazze’ye yeni bir oyun oynanıyor ve bu oyun savaştan daha tehlikeli. Dünya'ya Gazze ambargosu kalkmış gibi göstermeye çalışılıyor. İnsanlar hayatını normal bir şekilde yaşıyorlarmış gibi göstermeye çalışılıyor, halbuki Gazze’de ki hayat hiç normale döner mi? O kadar şehit verilmişken, o kadar ev yıkılmışken, Siyonistlerin savaş uçakları hâlâ Gazze semalarında uçuyorken nasıl normal olabilir ki hayat. Evsiz kalanlar hala okullarda kalıyorken, yaralılar hala tedavi olamıyorken nasıl diyebiliriz ki "Gazze’deki hayat normale döndü." Gazze’deki insanlar hayatına devam eder, yaşamaya devam eder tabii ki çünkü Gazze’de yaşamak bile kendi başına bir mücadele. Orada hayatta kalmak İsrail’e ve bütün dünyaya kafa tutmak demek herkes de bunun farkında. Asıl biz kendimize dönüp bakmalıyız biraz da biz bu durumda Gazze’ye ne verebiliriz? Bana soracak olursanız en azından oradaki insanların acısını hissedip çevremizdeki insanlara taşıyabiliriz, savaşın hala bitmediğini anlatabiliriz. Yardım bekleyen insanların var olduğunu da anlatabiliriz; en azından bunları yapabiliriz.Son olarak şunları söylemek istiyorum, Gazze’ye her gün bir savaş yapılıyor, yapılan her savaş tanklarla, uçaklarla olmayabilir fakat her şekilde Gazze’ye savaş açıyorlar, oradaki iradeyi yok etmek istiyorlar, ümmetin onurunu savunan insanlara diz çöktürmek istiyorlar... Ama oradaki insanlar Allah izin vermedikçe asla diz çökmez "ya kazanır ya da şehit olurlar."

Tevfik Alhamss (@tevfik_hamss)
09.09.2014

4 Eylül 2014 Perşembe

Gazze Daha Özgür!

Bu yazımın başlığını anlamak için okuyan herkes kendine bu soruyu sorabilir: "Gazze ambargo altında sınırları kapalı kimse giremiyor kimse de çıkamıyor nasıl özgür olabilir ki?" Bu yazımda Gazze'nin nasıl daha özgür olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. Bildiğiniz gibi Gazze 8 yıldır ambargo altında ve dünyanın en büyük açık hapishanesine sahip. Son 6 yılda dünyanın en güçlü ordularından bir tanesi olan siyonist ordusu ile 3 büyük savaşa girdi ve çok büyük kayıplar vermesine rağmen kazanan Gazze oldu. Gazze'nin bu savaşı nasıl kazandığını da bir önceki yazımda belirtmiştim.

Gazze gerek siyonistler gerek birçok Arap ülkesi tarafından ambargo altında tutulmasına rağmen ayakta durabildi. "Biz yaşıyoruz biz varız" diyebildi, insanları baş eğmedi. Nefislerini şeytana satmış insanlar en yüksek sesleri ile bağırıp "biz sizden daha özgürüz", "biz sizden daha onurluyuz" dedi. Bu ümmet için bu vatan için bizler ölmeye hazırız, bizler özgür olmaya hazırız. Ne faydası var ki sınırların açık olmasında nefisler tutsak oldukça, ne faydası var ki silaha sahip olup düşmana yöneltmedikçe. Gazze'ye bakacak olursak sınırları kapalı ama insanların ruhları özgür, sahip olduğu çok az silahla siyonistler gibi bir topluma karşı savaşmakta daha özgür. Müslüman ülkeleri ABD ve İsrail'e baş eğdiği halde Gazze tek başına bu iki canavarın karşısına bir zeytin ağacı gibi dikildi, onlara karşı direndi ve çoğu zaman kazandı. Dönüp kendimize bakalım bizler İslam için neler verdik kocaman bir hiç ama eğer Gazze'ye bakarsak oradaki insanlar gerek canları gerek de mallarını verdi bunun için onlar bizlerden daha özgür, aslında ambargo altında onlar değil bizleriz. Bu kadar paralara sahip Arap ülkeleri şimdiye kadar bir İHA yapamayıp hiç parası olmayıpta onu başaran Gazze onlardan daha özgür. Yıllardır elektriksiz kalan Gazzeliler'in ona rağmen kalpleri ve akılları hep aydın kalmıştı, ona rağmen hep gelişmeye çalışmıştı Gazze, en yakın kişilerin ona yaptığı ihanetlere rağmen ayakta kalabilmişti. Hayat damarları olan tünelleri kapatmışlardı ama saldırmak için yeni tüneller kazılmıştı. Çünkü Gazze ona yapılan oyunlardan daha özgür, işgal edilen topraklara attığı küçük füzeler Arap ordularının depolarında bulunan binlerce füzeden daha özgür. Gazze'de füzeler altında Kudüs'e doğru bakarken kalbinde Şam'ı taşıyan bir mücahit bizim gibi sadece evinde oturup onları TV’den izleyen bizlerden daha özgür. Bu kadar ağır savaşlara, bu kadar yıkım altında olmasına rağmen bir şehir hala ayakta durabiliyorsa özgür olduğu içindir. İçindeki insanların imanı, mücadelesi ve ortaya koydukları sabırla daha özgür, bir oğlunu şehit verirken diğer oğullarımı da alın diyen bir anne daha özgür, elinde küçük bir taşla tankın karşısında duran küçük bir çocuk tabii ki daha özgür, dar sokakları şehit resimleri ile dolu olan bir mahalle dünyanın bütün mahallelerinden daha özgür.

İşte bu saydığım, daha da sayamadığım bir sürü nedenden dolayı Gazze bizlerden daha özgür, tutsak olan o değil bizleriz. Bir gün içimizin Gazze gibi özgür olması dileği ile selametle kalın.. 

Tevfik Alhamss 
twitter.com/tevfik_hamss
04.09.2014