14 Temmuz 2015 Salı

İbn Arabî ile İbn Teymiyye İhtilafına Yaklaşımlar - 4 (İbn Teymiyye'nin Eleştirileri)

Muhyiddin ibn Arabî, vahdet-i vücûd düşüncesinden dolayı gerek zâhir ehli, gerekse bâtın ehli birçok alim tarafından eleştirilmiştir. Vahdet-i vücûdu merkeze koyarak buradan yola çıktığı görüşleri de ayrı tartışmalara sebebiyet vermiştir. Kitaplarındaki aykırı ifadelerden bir kısmı şunlardır:

“Hz. Musa zamanında buzağıya tapanlar aslında Allah’ın kendisine tapmışlardı. Musa (as.), Harun (as.)’a tokat atmıştı. Bu, onların buzağıya tapmasına Harun (as.)’un karşı çıkmasındandı. (Çünkü varlık tek olduğuna göre buzağıya tapmak, gerçekte Allah’a tapmak demekti.) Onlara göre Musa (as.) her şeyde Hakk’ı gören ve Hakk’ı her şeyin aynı kabul eden ariflerden biriydi.” (1)

“Yine Muhyiddin ibn Arabî’ye göre Firavun, ‘Ben sizin yüce rabbinizim.’ sözünde haklıydı. Hatta hakkın ve doğrunun ta kendisiydi. Çünkü Firavun, yaratılıştan gelen devlet makamına sahipti. Bu yüzden Firavun, yerinde olarak, ‘Ben sizin yüce rabbinizim.’ dedi. Herkes (vahdet-i vücûda göre) şöyle ya da böyle bir ölçüde Rabb olduğuna göre ‘Ben hepsinden üstünüm, çünkü bana sizi idare etme ve size hükmetme yetkisi verilmiştir.’ demekteydi. (2) Firavun’un sözünde doğru olduğunu anlayınca sihirbazlar ona karşı çıkmadılar. Hatta onun sözünü kabul ederek dediler ki: ‘Şüphesiz sen dünya hayatında hüküm verebilirsin.’ (Tâhâ 72) Bu bakımdan Firavun’un ‘Ben sizin en yüce rabbinizim.’ demesi yerinde idi.” (3)

“Nuh, kavmini hile ile çağırdığından onlar da hile ile gelmişlerdir. … Nuh’un milleti, yapığı hile ile ‘Tanrılarınızı terk etmeyin, Vedd’i, Yegus’u, Yauk’u, Nesr’i Suva’yı bırakmayın.’ dediler. Onlar putları terk ettiğinde, onlardan vazgeçişleri nispetinde Allah’tan gafil kaldılar. (O putperestler aslında sadece Allah’a ibadet etmişlerdi.) Çünkü Allah’ın her tapınılanda bir yüzü vardır.” (4)

Muhyiddin ibn Arabî’nin, vahdet-i vücûd düşüncesinden yola çıktığı bu görüşleri, elbette tevhid esasına dayalı sahih İslam itikadına aykırıdır.

Takiyyüddin İbn Teymiyye, bu görüşlerle ilgili şunları söyler:

“Putlara tapanların, bu putları bıraktıkları ölçüde hakkı terk etmiş olacaklarını söyleyenler, Yahudi ve Hristiyanlardan daha kafirdirler.” (5)

“Bu (İbn Arabî); İbn Sebin, Konevî, Tilimsânî ve benzerlerinden İslam’a daha yakındır. Daha yakın olanın küfrü Yahudi ve Hristiyanların küfründen daha büyükse, İslam’dan daha uzak olanların küfrü nasıl olur?” (6)

“(Vahdet-i vücûdcular) Yahudi ve Hristiyanların akidelerini onaylamakta ve putlara tapanları hak üzere gördükleri gibi onların da hak üzere olduklarını söylemektedirler. Halbuki bu batıl akidelerin her biri diğerinden daha büyük küfürdür.” (7)

“Bunların söyledikleri Hristiyanların söylediklerinden daha kötüdür. Tıpkı Hristiyanların söylediklerindeki çelişkiler gibi çelişkiler içerir. Bu nedenle bazen hulul, bazen ittihad, bezen vahdet-i vücûd akidesini dillendirirler. Bu, kendi içinde bile çelişkileri olan bir görüştür. Onların görüşlerini anlamayan kişiler hak ile batılı karıştırabilirler. Bunların tamamı bütün Müslümanların icması ile zahir ve batın olarak kafirdirler.” (8)

Bu ağır ifadelerin yanı sıra İbn Teymiyye’nin, şahısları tekfir etmekte ihtiyatlı davrandığına dair bilgiler de mevcuttur:

“Bu anlamların hepsi, el-Fusûs isimli kitabın sahibinin sözleridir. Bu kişinin hangi akide üzere öldüğünü Allah Teâlâ bilir.” (9)

“Onların son nefeslerinin hangi şey üzerine verildiğini ancak Allah bilir. Allah Teâlâ bütün Müslümanların erkeklerini, kadınlarını, ölüsünü, dirisini bağışlasın.” (10)

Tüm bu ifadelerin yanı sıra İbn Teymiyye’yi sık sık imam ve şeyhülislam olarak tavsif eden Ebu’l-Hasen en-Nedvî merhum; İbn Arabî’nin Fütûhâtü’l-Mekkiyye, Metâli’ en-Nücûm gibi kitaplarında pek çok güzel ilmî değerler ve incelikler olduğunu bizzat İbn Teymiyye’nin de itiraf ettiğini söyler. (11)

Yine İbn Teymiyye’nin, Muhyiddin ibn Arabî’ye bağlılığıyla bilinen Şeyh Nasr el-Müncebâ’ya yazdığı mektubundaki şu ifadeleri şaşırtıcıdır:

“Bu kişilerin içinde Muhyiddin ibn Arabî, İslam’a en yakın olanıdır. Onun sözleri pek çok yerde nispeten daha iyidir. Çünkü o görüntü ile görünen (zâhir ile mezâhir) arasında fark gözetmektedir. Emir ile yasağı ve dinî kanunlarla hükümleri kendi yerlerine koymaktadır. Mürşidlerin ısrarla üzerinde durduğu ibadet ve ahlakî davranışları benimsemeyi tavsiye etmektedir. Bu bakımdan pek çok âbid ve tarikat ehli onun sözleriyle tarikatta manevî mertebeler kazanmaktadır. Her ne kadar onun anlattığı gerçeği tam olarak anlamasalar da içlerinden bu gerçekleri anlayanlar ona uymaktadırlar. Onun sözlerinin hakiki manası böylece onlara anlaşılır hale gelmektedir.” (12)

İbn Teymiyye’nin diğer ifadeleriyle taban tabana zıt olan bu ifadeler, onun İbn Arabî’ye bakışı konusunda değerli fikirler vermektedir. Benim yaptığım araştırmalar bende şu görüşü hasıl ediyor: İbn Teymiyye, İbn Arabî’nin Fusûsü’l-Hikem kitabına muttali olana kadar İbn Arabî’ye karşı ihtiram beslemekteydi ve ona karşı cephe almamıştı. Fusûs kitabına muttali olduğunda, içindeki sahih İslam itikadına aykırı ifadeleri sert dille eleştirmeye başladı. Fakat bu konudaki son görüşü de, şahısları ve isimleri tekfir etmekte fevrî davranmayıp ihtiyatı elden bırakmamaktı. İbn Teymiyye de 
Mecmûatü'r-resâili'l-mesâil adlı eserinde: (13) "Ben evvelce İbn Arabî hakkında hüsn-i zan ve ta'zîm edenlerden idim, çünkü el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, Metâli'ü'n-Nücûm, ed-Dürretü'l-Fâhira, el-Muhkemü'l-Merbût gibi kitaplarında faideli şeyler görmüştüm, fakat hakiki maksadına muttali olmamış, Fusûs'u gibi eserlerini henüz okumamıştım." cümleleriyle Fusûs'u okuyuncaya kadar İbn Arabî'ye hüsn-ü zan beslediğinden bahseder.

Burada, Muhyiddin ibn Arabî’nin eserlerine yönelik bazı desiseler ve tahrifat iddialarını gündeme getirmekte fayda görüyorum. İbn Arabî’nin eserlerine ileri düzeyde vukûfiyetiyle tanınan İmam Abdülvehhab Şa’rânî, Fütuhâtü’l-Mekkiyye’yi “Levâkıhu’l-Envâri’l-Kudsiyye” ismiyle ihtisar etmişti. Daha sonra onu da “Kibrîtü’l-Ahmer” ismiyle tekrar ihtisar etti. Bu süreçte yaşadığı bir olayı şöyle anlatır İmam Şa’rânî:

“Fütuhât’ı ihtisar ettiğim (özetlediğim) sıralarda, Ehl-i Sünnet itikadına aykırı birtakım görüşlerle karşılaştım ve durakladım. Kitaptan çıkarmak istedim. Fakat tereddütten kendimi kurtaramadım. Nihayet bir gün Mısır’ın tanınmış alimlerinden Seyyid Ebu’t-Tabîbü’l-Medenî ile karşılaştım ve bu tereddütümü söyledim. Kendisi hemen cebinden bir kitap çıkardı. Bu eser, Konya’da Muhyiddin ibn Arabî’nin el yazısı ile yazılmış olan nüshadan kopya edilmişti. Esere baktım. Kitabımdan çıkarmak istediğim cümlelerin hiçbirini orada göremedim. O vakit anladım ki, Mısır’da elden ele dolaşan Fütuhât-ı Mekkiyye nüshalarının hepsi Şeyh Muhyiddin ibn Arabî’nin Ehl-i Sünnet inancına muhalif olduğunu göstermek ve kendisini halkın nazarından düşürmek için yazılmış birtakım iftiralarla dolu nüshalardır. Nasıl ki, kendilerinin Fusûsü’l-Hikem ve diğer nüshalarının da böyle karıştırılmış olduğu esefle görülmüştür.” (14)

Muhyiddin ibn Arabî’nin hangi görüşleri sonradan uydurulmuştu ve onun eserlerine sokuşturulmuştu, bu konunun açıklığa kavuşması için ciddi bir tahkikât çalışması yapılması gerektiği, izahtan varestedir.

Muhyiddin ibn Arabî’nin eserlerinde, kendisinden yukarıda naklettiğimiz görüşlere ters olan ve esasen Ehl-i Sünnet’le çelişmeyen görüşler de variddir. Faraza İbn Arabî’nin “Yaratıcı ile yaratılmış, hiçbir surette birleşmez. Rabb Rabb’dır, kul da kuldur.” (15) ifadesi, İbn Arabî’nin sanıldığı gibi bir vahdet-i vücûd anlayışına sahip olmadığını savunanlarca sık sık delil olarak getirilir.

Yine İbn Arabî, şöyle demektedir:

“Âlem, Allah Teâlâ dışındaki şeylerden ibarettir. Var olsun ya da olmasın varlığı mümkün olan her şey, tabiatı itibariyle Vâcibu’l-Vücûd olan Allah Teâlâ’yı bilmenin alametidir. Zira alemin hakikati onun yok olacak bir araz olduğunu göstermektedir. Nitekim ‘Onun zatından başka her şey yok olacaktır.’ (Kasas 88) ayeti ile Allah Rasulü (sav.)’in “Arab’ın söylediği en doğru şiir, şair Lebid’in ‘Dikkat edin Allah Teâlâ’dan başka her şey batıldır.’ şiiridir.” hadisi de alemin yok olacağı gerçeğini belirtmektedir.” (16)

Bu ifadeler, İbn Arabî’den yukarıda naklettiğimiz vahdet-i vücûdcu ve Allah’tan başka hiçbir şeyin aslında var olmadığını belirten görüşlere terstir ve esasen Ehl-i Sünnet itikadına aykırı değildir.



Dipnotlar:

(1) Fusûsü’l-Hikem, Harun Fassı, s. 96

(2) Ebu’l-Hasen en-Nedvî, İmam-ı Rabbânî, s. 297

(3) Fusûsü’l-Hikem, Musa Fassı, s. 222

(4) Fusûsü’l-Hikem, Nuh Fassı, s. 36

(5) Mecmu’u’l-Fetâvâ, 2/83

(6) Mecmu’u’l-Fetâvâ, 2/85

(7) Mecmu’u’l-Fetâvâ, 2/86

(8) Mecmu’u’l-Fetâvâ, 2/223

(9) Mecmu’u’l-Fetâvâ, 2/284

(10) İbn Teymiyye’nin, Şeyh Nasr el-Müncebâ’ya mektubu, Cilâu’l-Ayneyn, s. 257

(11) Ebu’l-Hasen en-Nedvî, İmam-ı Rabbânî, s. 293

(12) İbn Teymiyye’nin, Şeyh Nasr el-Müncebâ’ya mektubu, Cilâu’l-Ayneyn, s. 257


(13) a.g.e., 1/171, ayrıca bkz: Ömer Nasuhi Bilmen, Tabakâtü'l-Müfessirîn, 2/510

(14) el-Yavâkıt ve’l-Cevâhir, s. 16; Mahir İz, Yılların İzi, s. 229

(15) Fütûhâtü’l-Mekkiyye, 3/377

(16) Fütûhâtü’l-Mekkiyye, 3/443

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder