14 Ağustos 2015 Cuma

İbn Arabî ile İbn Teymiyye İhtilafına Yaklaşımlar - 7 (Alimlerden Örnekler - 2)

İMAM CELÂLÜDDÎN ES-SUYÛTÎ ÖRNEĞİ

İslam ilim tarihinde İmam Suyûtî olarak bilinen Ebu’l-Fadl Celâlüddîn Abdurrahmân es-Suyûtî (r.a.), 849 (m. 1445) senesinde Kahire’de doğmuştur. İslamî ilimlerin tamamında otorite haline gelmiş, her mezhep ve meşrepten kitlelerin takdirini kazanmış ve çok geniş çevrelerce 10. asrın müceddidi olarak kabul edilmiştir.

İmam Suyûtî, Tabakâtu’l-Huffâz adlı tabakat kitabında İbn Teymiyye’nin hal tercemesinde: “İbn Teymiyye; şeyh, imam, müctehid, müfessir, şeyhülislam, zahidlerin önderi, Takiyyuddîn Ebu'l-Abbas Ahmed b. Şihâbuddîn … el-Harrânî …” (1) cümlelerinden sonra İbn Teymiyye’nin ilim tahsilinden ve hayat serüveninden kısaca bahseder. Hal tercemesinde övgülerle bahsettiği İbn Teymiyye’nin bazı itikadî görüşlerinde İmam Suyûtî’nin ondan ayrı düşündüğünü de yine kendi eserlerinden görüyoruz. “Fevklerinde olan Rablerinden korkarlar.” (2) ayetindeki “fevk” kelimesinin “yukarıdalık” anlamında bir yön veya istikamet belirtmediğini, yücelik ve üstünlük manasında olduğunu (3) söyleyen İmam Suyûtî, başta Allah’ın Arş’a istivasıyla ilgili ayetler olmak üzere bu tür müteşabih ayetlerle kastedilenin zahirî manaları olmadığını, zahirî manalarından Allah’ı tenzih etmek gerektiğini söyleyerek (4) İbn Teymiyye’den ayrılır. 


Yine İmam Suyûtî, İbn Arabî hakkında ise Tenbîhu'1-Gabî fî Tenzîh-i İbn Arabî adlı bir risale yazmıştır. Bu risalesinde İmam Suyûtî İbn Arabî’den şöyle bahseder:

“Muhyiddin ibn Arabî hakkında alimler iki fırkaya ayrılmış, bir kısmı onun veli olduğuna, bir kısmı ise veli olmadığına inanmıştır. Bence iki fırkanın da razı olmayacağı bir yol vardır: Muhyiddin ibn Arabî’nin veli olduğuna inanılması, fakat kitaplarının okunmasının haram olması.” (5)

Buna göre kendisi de bir mutasavvıf olan İmam Suyûtî, İbn Arabî’nin veli olduğunu kabul etmekte, lakin İbn Arabî’nin kitaplarındaki sahih İslam itikadıyla bağdaşmayan cümlelerden dolayı kitaplarının okunmaması gerektiğini düşünmektedir. Yine İmam Suyûtî, risalesinin başka bir yerinde İzzeddîn ibn Abdüsselâm (r.a.)’dan şu olayı nakleder:

“Fakih, alim İzzüddîn ibn Abdüsselâm, Muhyiddin ibn Arabî’nin aleyhinde konuşur ve onun zındık olduğunu söylerdi. Bir gün arkadaşları kendisine “Bize kutbu göstermeni istiyoruz.” dediler. O da Muhyiddin ibn Arabî’yi gösterdi. Bunun üzerine arkadaşları: “Sen ona hem zındık diyorsun, hem de onun kutup olduğunu söylüyorsun. Bu nasıl olur?” dediler. İzzüddîn ibn Abdüsselâm: “Ben ona zındık diyerek şeriatı koruyorum. Kutup diyerek ise hakikati söylüyorum.” demiştir.” (6)




İmam Suyûtî'nin İbn Arabî hakkındaki söylemleri kimi çevrelerce çelişkili bulunmuştur. Nitekim İbn Arabî hakkında: "Kur'ân-ı Kerîm'i cevher-i lâfzîsinin iktizâ etmediği bir vechile tefsîr etmek tahrîm-i galîz ile haramdır. Kendisine Kitâbu'l-Fusûs nisbet edilen mübtedi' İbn Arabî'nin yaptığı gibi..." (7), "Biz i'tikad ederiz ki, ilmen, amelen, sohbeten Sôfiyye'nin seyyidi bulunan Ebu'l Kasım el-Cüneydî'nin tarîki, kavim bir tarîktir. Çünkü bu, bid'atlerden hâlî, tefvîz ve teslim, nefisten teberrî dâiresinde cârîdir. İbn Arabî ve emsâli gibi mutasavvıfeden bir cemâatın tarîki hilâfına ki, o zendikadır, Kitap ve Sünnet'e münâfîdir." (8) demiştir ki bu sözler, İbn Arabî'yi tebcîl eden diğer söylemleri ile tezat teşkil eder.

İmam Suyûtî’nin, iki zattan da nakledilmiş olan sahih İslam itikadına aykırı görüşleri benimsememek, ama haklarında Allah’tan hayırdan başka bir şey dilememek olarak özetleyebileceğimiz duruşu, zihinlerimize ışık tutan bir kandil mesabesindedir.

FAKİH İBN ÂBİDÎN ÖRNEĞİ

1198 (m. 1784) senesinde doğan meşhur Hanefî fakihi Muhammed Emîn İbn Ömer İbn Âbidîn ed-Dımeşkî, Hz. Hüseyin Efendimizin soyundandır. Hanefî fıkhının son dönem otoritelerinin önde gelenlerinden kabul edilmekle birlikte tüm çevrelerin takdirini kazanan İbn Âbidîn (r.a.), aynı zamanda Nakşibendî tarikatının önde gelenlerinden Şeyh Hâlid-i Bağdâdî (k.s.)’nin müridi olan bir Sûfî olup, Şeyh’in cenaze namazını da bizzat kıldırmıştır. İbn Âbidîn’e ait olan meşhur Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürrü’l-Muhtâr adlı hacimli fıkıh kitabı, yazıldığı günden bugüne Hanefî fıkhının en temel kaynaklarından biri olagelmiştir. 




İbn Âbidîn (r.a.), Reddü’l-Muhtâr’da İbn Arabî’nin hal tercemesinde Ebussuud Efendi’nin İbn Arabî’nin kitaplarındaki aykırı görüşlerin onun kitaplarına sonradan sokuşturulmuş olduğu ve kitaplarının tahrif edilmiş olduğu görüşünü nakleder ve destekler. Bu konuda şunları söyler:

“Şeyh-i Ekber’in kitabında şeriata uymayan sözlerin tahrif ve Şeyh’e iftira olduğu sabit olursa zaten bunların okunmaması vacibdir. İftira olduğu sabit olmazsa herkes bu sözler ile Şeyh-i Ekber’in ya muradını anlayamaz veya muradının hilafını anlar da bu sözleri inkar eder. Bu takdirde de bu sözlerin okunmaması vacibdir. … Bir kitabın Muhyiddin ibn Arabî’ye ait olduğu sabit olunca, o kitaba bir düşman veya bir mülhid veyahut bir zındık tarafından kelimeler sokuşturulmuş olması ihtimali bulunabilir. Bu yüzden o kitapta mevcut olan her kelimenin Şeyh’e ait olduğunun sabit olması veya o kelimleler ile Sûfîler arasında bilinen mananın kastedilmiş olduğunun sabit olması lazımdır. Bunu bilmek ise mümkün değildir.” (9)

Yine kitabının aynı yerinde Muhyiddin ibn Arabî’nin “Bizden olmayanların kitaplarımızı okumaları haramdır.” dediğini, İmam Suyûtî’nin ve İzzeddin ibn Abdüsselâm’ın İbn Arabî hakkındaki mutedil görüşlerini, Ebussuud Efendi’nin ve İbn Kemâl Paşa’nın da Muhyiddin ibn Arabî’yi medheden ifadelerini nakleder. Netice itibariyle İbn Âbidîn, İbn Arabî’nin velayetini teslim etmekte, lakin kitaplarının okunmasını men etmektedir.

İbn Teymiyye hakkında ise İbn Âbidîn, yine aynı eserinde muhtelif bağlamlarda bir alim olarak İbn Teymiyye’nin görüşlerini ve fetvalarını referans olarak alır ve onun Mecmu’u’l-Fetâvâ, es-Sârimu’l-Meslûl gibi kitaplarından alıntılar yapar. İbn Teymiyye’den yer yer şeyhülislam olarak, yer yer hafız olarak bahseder. Yine Nureddin Yıldız hocaefendinin ifadesiyle; “Bir yerde de bir konuyu anlatırken, İbn Teymiyye’nin Hanefîlere ait bir söz söylediğini naklederken, kendisinin üstadlarından o nakli görmediğini ama İbn Teymiyye ‘güvenilir bir kaynak/sebt’ olduğu için bunu ondan naklettiğini söyler.” (10)

İbn Âbidîn de bu ihtilafla ilgili yolumuzu aydınlatan mutedil alimlerden biri konumundadır.


MÜFESSİR ÂLÛSÎ ÖRNEĞİ


1217 (m. 1802) senesinde Bağdat’ta doğan Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd el-Âlûsî’nin soyu baba tarafından Hz. Hüseyin Efendimize, anne tarafından ise Hz. Hasan Efendimize dayanmaktadır. Mîlâdî 1851’de Sultan Abdülmecid döneminde meşhur tefsiri Rûhu’l-Ma’ânî’yi bitirmiş ve İstanbul’a bir seyahat gerçekleştirmiştir. Bu seyahatinde devrin uleması ve meşayıhı ile bir araya gelmiş ve ilim meclislerinde bulunmuştur. Daha sonra bu seyahati esnasında yaşadıklarını anlattığı Ğarâibu’l-İğtirâb adlı kitabında, bir mecliste kendisine sorulan “Şeyh-i Ekber Muhyiddîn hakkında ne dersin?” sorusuna verdiği cevabı şöyle anlatır:


“Şeyh-i Ekber Muhyiddin… Şeyh’in ilmen ve amelen kadrinin yüceliğinde şüphe yoktur. Onun müteşabih sözlerinin kendisi ve ona emsal kimseler arasında en güzel mahmiline hamli söz konusu ise de, o sözleri kitaplarında tedvin etme (derleme) gereği hissetmesinin sırrını bilmiyorum. O sözlerin, itikadı ve anlayışı zayıf birçok Müslümanın dalalete düşmesine kuvvetli bir sebep teşkil ettiği açıktır. Bahse konu sözlerin Kur’an ve Sünnet’teki müteşabihlere kıyas edilmesi, anlayış sahiplerinin rıza göstermeyeceği bir tutumdur. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Fusûs’taki şeylerin tebliğini, Kur’an ayetlerini tebliğ zamanından sonraya, hicretten yaklaşık 600 sene sonra Muhyiddîn’in geleceği zamana tehir etmiş (ertelemiş) olmasındaki, Muhyiddîn geldikten sonra onları rüyada kendisine vererek “Bunları insanlara açıkla.” diye emir buyurmasındaki ve bunun üzerine Muhyiddîn’in de onları tek harfini dahi değiştirmeden insanlara açıklamasındaki (11) sırrı da bilmiyorum.

“Bunları söylerken işin hakikatindeki sırrı inkâr etmek niyetinde değilim. Bunun “daha dehşetli ve daha acı” (Kamer 46) olan inkârdan hiçbir farkı yoktur. Bilakis söylemek istediğim, sahipleri nezdinde malum ise de, benim bu sırrı gerçekten bilmediğimdir.

“Özetle ben, onun kadrinin yüceliğine inanıyor, sair ahvalini ise onun gizli ve açık hallerini bilene (c.c.) havale ediyorum. Münkirlerin yaptığı gibi onun hakkında derine dalmama Allah razı olmaz. Bu, alimlerden sadır olmaması gereken fuzuli bir meşgaledir.”
(12)




Kendisinin Selef akîdesine bağlı olduğunu söyleyen Âlûsî, bu ilmî sohbetin devamında ise dönemin Şeyhülislam’ı Arif Hikmet Efendi’nin, İbn Teymiyye’nin Allah’ın cisim olduğunu ve Arş’ın kadîm olduğunu savunduğuna (13) dair sözlerine; İbn Teymiyye’nin Allah’ın cisim olduğunu düşündüğünün mutlak olarak söylenemeyeceğini, Arş’ın nev’î kıdemi görüşünü ise Celalüddîn ed-Devvânî’den başka kimsenin İbn Teymiyye’den dikkate alınmaya değer tarzda nakletmediğini söyleyerek mukabele eder. (14) Sıkı bir İbn Teymiyye muhibbi olan ve İbn Teymiyye'ye karşı büyük bir hüsn-ü zan besleyen Allâme Âlûsî'nin bu cevabından çıkarılacak sonuç ise, onun bu eserini yazdığı sıralarda İbn Teymiyye’nin Allah’ın cisim olduğu ve Arş’ın nev’an kadim olduğu şeklindeki görüşlerine muttali olmadığıdır. (15) Y
ine de Allâme Âlûsî’nin iki zata karşı da fevrî olmayan mutedil duruşu, konuyla ilgili faydalı bir arka plan sunması açısından değerlidir.

İnşallah devam edecek…



DİPNOTLAR:

(1) Tabakâtu’l-Huffâz, 1/520

(2) Nahl 50

(3) El-Itkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, 2/20

(4) El-Itkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, 2/15

(5) Suyûtî, Tenbîhu'1-Gabî fî Tenzîh-i İbn Arabî’den naklen İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 9/42

(6) Suyûtî, Tenbîhu'1-Gabî fî Tenzîh-i İbn Arabî’den naklen İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 9/43


(7) Suyûtî, Et-Tahbîr li İlmi't-Tefsîr'den naklen Ömer Nasuhi Bilmen, Tabâkâtu'l-Müfessirîn, 2/510

(8) Suyûtî, İtmâmu'l-Dirâye'den naklen Ömer Nasuhi Bilmen, Tabâkâtu'l-Müfessirîn, 2/511

(9) Reddü’l-Muhtâr, 9/42-3

(10) http://www.fetvameclisi.com/fetva-ibni-teymiyeye-kin-ve-nefret-beslemem-gunah-mi-hocam-71075.htm
l

(11) Gerçekten Muhyiddin ibn Arabî, Fusûsu’l-Hikem kitabının mukaddimesinde, bir gün rüyasında Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimizi gördüğünü, Peygamber Efendimizin elinde Fusûsu’l-Hikem kitabını tuttuğunu ve kendisine “Bu elimdeki kitap, Fusûsu’l-Hikem kitabıdır. Bunu al ve ne bir kelime eksik, ne de bir kelime fazla olmak üzere insanlara açıkla.” dediğini ve rüyasında gördüğü bu emir üzerine bu kitabı yazdığını söyler.

(12) el-Âlûsî, Ğarâibu’l-İğtirâb, s. 145

(13) Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye, 1/118; Muvâfakatu’Ma’kûl, 1/65,76,142,210,245…; 2/74…; Minhâcü’s-Sünne, 1/83,109,224; Mecmu’u’l-Fetâvâ, XVIII/239; Şerhu Hadîsi’n-Nüzûl, 161…


(14) el-Âlûsî, a.g.e.

(15) Ayrıntılı bilgi için bkz: Makâlâtu’l-Kevserî, İstanbul 2014, 1/179 vd., 3 no’lu makaleye Ebubekir Sifil Hocaefendi tarafından yazılmış 10 no’lu dipnot.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder