18 Ekim 2015 Pazar

İbn Arabî ile İbn Teymiyye İhtilafına Yaklaşımlar - 8 (Alimlerden Örnekler - 3)


MUHAMMED ZÂHİD EL-KEVSERÎ ÖRNEĞİ

Bu tür konularda adı daima olmazsa olmazlar arasında sayılan allâme-i cihân İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî, konuyla ilgili bilhassa Sûfî camianın zihnini ışıldatacak bir kandildir. 1296 (m. 1879) yılında Düzce’nin Çalıcuma köyünde dünyaya gelen İmam Zâhid el-Kevserî, küçük yaştan itibaren başladığı ilim tahsilini başarılı bir şekilde tamamlayıp bilahare Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin ders vekilliğine kadar yükselmiş, bu süreçte modernizm rüzgarlarıyla birlikte kanser gibi topraklarımızda yayılan “reform” adı altındaki tahrifat çalışmalarına ve İttihatçıların bozguncu faaliyetlerine karşı şiddetli mukavemet göstermiştir. Başta saltanatın ilğâsı olmak üzere Kemalist inkılaplar ile birlikte İslam dinine ve hoca sınıfına doğrudan kast edilmesi karşısında Mısır’a hicret etme kararı almış ve 3 Aralık 1922 Pazar günü İskenderiye’ye gitmiş, ömrünün kalanını ise başta Kahire olmak üzere Mısır’da geçirmiş ve burada vefat etmiştir. 

İmam Zâhid el-Kevserî’nin talebelerinden Ahmed Hayri, İmam’ın zül cenâheyn vasfıyla aynı zamanda bir mutasavvıf olduğu, Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi’ye intisaplı bir Nakşibendî olduğu ve silsilesinin Ahmed Ziyaüddin Gümüşhânevî Hazretleri vasıtasıyla Şeyh Hâlid-i Bağdâdî’ye (k.s.) dayandığı bilgisini vermektedir. (1) Tüm İslamî ilim dallarında yed-i tûlâ sahibi olan ve Hanefî-Mâturîdî çizginin otoriteleşmiş temsilcilerinden olan İmam’ın aynı zamanda Sûfîyyü’l-meşrep olması konumuza ışık tutması açısından çok değerlidir. 


Eserlerine vakıf olanların malumudur ki İmam Kevserî, şiddetli bir İbn Teymiyye karşıtıdır. Başta Makâlât olmak üzere eserlerinde yer yer, İbn Teymiyye’nin kitaplarındaki bazı görüşlerin kişiyi iman dairesinin dışına çıkaracak kadar tehlikeli ve hatalı olduğunu vurgular. Onun son derece sert eleştirilerini celb eden İbn Teymiyye’nin eserlerindeki bazı bölümler şunlardır: 

“Malumdur ki Kitap, Sünnet ve İcma’, bütün cisimlerin muhdes (sonradan yaratılmış) olduğunu ve Allah’ın cisim olmadığını söylemez. Müslümanların imamlarından hiçbir imam da böyle bir şey söylememiştir. Dolayısıyla ben bu görüşü (Allah’ın cisim olmadığı görüşünü) terk etmekle ne fıtrattan ne de şeriattan çıkmış olurum.” (2) 


İbn Teymiyye’nin, Müslümanların imamlarından hiçbirinin Allah’ın cisim olmadığını söylemediği yönündeki iddiasına karşın İmam A’zam Ebû Hanîfe “Allah’ın varlığı, cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaklardan münezzehtir.” (3) cümlesiyle Allah’ın cisimlikten ve cisimlere mahsus özelliklerden berî ve münezzeh olduğunu vurgulamaktadır. 

“Malumdur ki Allah’ın kelamındaki el-Vâhid ismi, Allah’ın sıfatlarının selbi (var olmadığı) ve Allah’ın duyularla idrak edilemeyeceği anlamına gelmez. Allah’ın varlığının bir sınırı olmadığı anlamına da gelmez. Bunlar, Cehmiyye’nin ve tabilerinin bid’at görüşler olarak ortaya attıkları şeylerdir.” (4) 

İbn Teymiyye, Allah’ın duyularla idrak edilebileceğini ve O’nun varlığının bir sınırı olduğunu, aksinin ise Cehmiyye’nin bid’at görüşlerinden biri olduğunu söylerken, öte yandan İmam Tahâvî Hazretleri, meşhur akîde metninde “Vehimler O’na erişemez, anlayışlar O’nu idrak edemez.” (m. 8) ve “O hudud ve sınırlardan, erkan, organ ve araçlardan münezzehtir.” (m. 45) cümleleriyle Allah’ın duyularla idrak edilemeyeceğini ve O’nun varlığı için bir sınırın söz konusu olamayacağını, sınır, organ ve araç gibi beşere mahsus özelliklerden münezzeh olduğunu ikrar etmektedir.

"Allah Teâlâ'nın kitabında, Hz. Peygamber (sav.)'in sünnetinde, sahabeden, tabiinden ve tebe-i tabiinin büyüklerinden hiçbirinin sözlerinde ne Müşebbihe ne de teşbih zemmedilmiştir (kötülenmiştir). Yahut teşbih görüşünü reddeden bir ifade yoktur. Teşbih ve Müşebbihe'yi kötüleme tavrı, sadece Cehmiyye'den gelmiştir." (5)

Allah Teâlâ'yı mahlukata benzetmek manasına gelen teşbih görüşü, İbn Teymiyye’nin savunduğunun aksine, "O'nun hiçbir misli yoktur." (Şûrâ 11), "Hiçbir şey O'na denk değildir." (İhlâs 4), "Allah'a emsaller/benzerler koşmayın." (Nahl 74) gibi muhkem ayetlerin açık ifadesiyle yasaklandığı gibi, Allah'ın hiçbir mahluka hiçbir yönden benzemeyeceği ve O'nu mahlukata mahsus özelliklerle vasıflandırmanın küfür olduğu, el-Fıkhu'l-Ekber (s. 1), el-Akîdetü't-Tahâviyye (m. 37) gibi selefe ait birçok akâid metninde ve kitabında da vurgulanmıştır. Ayrıca İmam Ebû Hanîfe Hazretlerinin şu cümleleri Selef-i Sâlihîn’in, teşbih görüşü ve Müşebbihe mezhebi karşısındaki tutumunu bizlere gösterir niteliktedir: "Bize doğu tarafından iki bid'at görüş geldi. Biri Cehm bin Safvân'ın ta'tîl görüşü, diğeri Mukâtil bin Süleyman'ın teşbih görüşü. … Cehm, teşbihi nefyde ifrata gitti ve Allah hiçbir şeydir demeye kadar işi götürdü. Mukâtil ise Allah'ı mahlukata benzetmekte (teşbihte) ifrata gitti.(6)

İbn Teymiyye başka bir eserinde de şunları söyler:

“Ehl-i hadisten bir taife, içerdiği çelişkiden dolayı bu rivayeti reddetmiştir. Ebû Bekir el-İsmâilî, İbnü’l-Cevzî ve başkaları böyle yapmıştır. Lakin Ehl-i Sünnet’in ekseriyeti bunu kabul etmiştir. Bu rivayette şöyle denmiştir: “Şüphesiz Allah’ın Arş’ı -veya Kürsisi- gökleri ve yeri kuşatır. Ve şüphesiz Allah, Arş’a oturur(!) ve Arş’tan dört parmaklık dahi fazlalık kalmaz -veya Arş’tan sadece dört parmaklık fazlalık kalır.- Ve şüphesiz Arş, bundan dolayı inler/ses çıkarır, tıpkı yolcusunun oturmasıyla gıcırdayan yeni bir semer gibi.” … Lakin, bu rivayetin ravilerinin ekseriyeti şu ibareyle nakletmiştir: “Arş’tan sadece dört parmaklık fazlalık kalır.” O halde Arş, Allah’tan dört parmak daha büyük kabul edilmiş olur. … Şüphesiz Kur’an’ın metodu, Allah’ın azametini açıklarken, Allah’ın bilinen her şeyden daha azametli/büyük olduğunu vurgulamaktır. … Burada Arş’ın azametiyle birlikte Rabb’ın azameti zikredilmiştir ki şüphesiz O, Arş’ın tamamını (?) istiva etmiştir, Arş’tan dört parmaklık dahi fazlalık (boşluk) kalmaz.(!)” (7) 

Bu rivayette görüldüğü gibi hadisin metninde, manasını ve maksudunu etkileyebilecek/değiştirebilecek ölçüde farklılıklar ve çelişkiler olması neticesinde, hadis usulünde “ıztırab” adı verilen bir illet meydana gelir ki hadisin sıhhatini olumsuz etkilemektedir. Burada birbiriyle çelişen “Arş’tan sadece dört parmaklık fazlalık kalır.” ile “Arş’tan dört parmaklık fazlalık dahi kalmaz.” ifadeleri ve “Allah’ın Arş’ı” ile “Allah’ın Kürsi’si” ifadeleri arasındaki tezattan dolayı -İbn Teymiyye’nin de kabul ettiği üzere- bu hadis ıztırablıdır. Bu ise hadisin sıhhat derecesini zedeleyen bir illettir. Çünkü söz konusu ifadelerden hangilerinin geçerli olacağı hususu, hadisin manasını ve maksudunu değiştirmektedir. Ayrıca hadisin görünen manası, Ehl-i Sünnet alimlerinin Kur’an ve sahih Sünnet’ten istinbat ettiği tenzih akîdesine aykırılık teşkil eder. Nitekim oturmak, bir kütleye sahip olmak, hacimsel bir alan kaplamak, bir mekanda olmak gibi vasıflar, mahlukata/beşere mahsus vasıflardır ve hiçbir misli/benzeri olmayan Allah Teâlâ’yı bu tür beşere mahsus olan ve acziyet-ihtiyaç ifade eden vasıflardan hassasiyetle tenzih etmek gerekir. İmam A'zam Ebû Hanîfe Hazretleri de, 
"Allah Teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme, mekân tutma) olmaksızın Arş'a istiva etmiştir. Eğer (Arş'a ve bir yerde yerleşip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idare etmeye muktedir olamazdı. Oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allah Teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan münezzehtir." (8) cümleleriyle İbn Teymiyye'nin düşündüğünün aksine, Allah Teâlâ'nın Arş'a istivasının oturmak, mekan tutmak, yerleşmek suretiyle olmadığını, bu fiillerin mahluklara ait fiiller olduğunu ve Yüce Allah'ın bunlardan münezzeh olduğunu vurgular.

İmam Zâhid el-Kevserî, “Etîtü’l-Arş” rivayeti olarak bilinen “Allah’ın Arş’a oturması ve Arş’ın inlemesi/gıcırdaması” olarak özetleyebileceğimiz yukarıdaki rivayetin senedindeki İbn İshak’ın birçok hadis tenkitçisi tarafından cerh edildiğini (olumsuz eleştirildiğini), onu destekleyenlerin ise belli şartlarla desteklediğini söyler. (9) Nitekim Hâfız Zehebî, söz konusu “Etîtü’l-Arş” rivayetinin sıhhati hakkında şunları söyler: “Bu cidden garîb, ferd (tekil-başka rivayetler tarafından desteklenmeyen) bir rivayettir. Rivayetin senedindeki İbn İshak, sadece megazi konusunda hüccettir. Onun münker (zayıf) ve acaib rivayetleri vardır. … Öte yandan etît/inleme konusunda sâbit bir nass gelmemiştir.” (10) İmam Ahmed bin Hanbel bu rivayetin senedindeki İbn İshak hakkında: “Onun megazi ile ilgili hadisleri yazılır. Ancak haram-helal söz konusu olduğunda ondan daha kuvvetlilerini isteriz.” (11), İbn Humâm ise “İbn İshak sika ve sadûktur (güvenilirdir). Lakin an’ane yaptığı zaman delil olarak kabul edilmez.” der. (12)

Hadis tenkitçileri nazarında İbn İshak müdellis bir râvîdir (13) ve müdellis râvîlerin an’ane yoluyla naklettikleri hadisler, ulema nazarında delil olarak kabul edilmemektedir. (14) İbn İshak, bu rivayetin Ya’kûb b. Utbe’den naklinde infirad etmiştir (yalnız kalmıştır) ve an’ane yapmıştır. Cerîr b. Hâzim de rivayetin İbn İshak’tan naklinde infirad etmiştir ve söz konusu Cerîr b. Hâzim, muhtelit (15) bir râvîdir. (16) Hadis ulemasının tenkitleri ve söz konusu “Etîtü’l-Arş” hadisinin gerek metin gerekse sened itibariyle taşıdığı illetler, İbn Teymiyye’nin savunduğunun aksine hadisin zayıf olduğunu ve dolayısıyla itikadda bir şey ifade edemeyeceğini gösterir.

Yine İbn Teymiyye, aynı eserinin başka bir bölümünde şöyle söyler: 

“Razı olunmuş ulema ve Allah’ın makbul evliyası nakletmiştir ki: “Şüphesiz Allah, Rasulullah (sav.)’i Arş’ın üstünde kendi yanına oturtur.” Bu rivayeti Muhammed ibn Fudayl, Leys’ten, o da Mücâhid’den, “Umulur ki Rabbin seni Makâm-ı Mahmûd’a eriştirir.” (İsrâ 79) ayetinin tefsiri olarak nakletmiştir.” (17) 

İbn Teymiyye’nin razı olunmuş alimlerin ve Allah’ın makbul dostlarının naklettiğini söylediği bu rivayet hakkında Hâfız Zehebî: “Hz. Peygamber (sav.)’in Arş’a oturtulması ile ilgili rivayetlerin hiçbiri sabit değildir. Bu konuda çok fazla zayıf hadis vardır.” (18) demektedir. Hadisin senedinde yer alan ve el-İşfâk adlı eserinde İmam Kevserî'nin de cerh ettiği İbn Lehi'â ve hadisin senedi hakkında Ebu’l-Hasen el-Heysemî: “Bu hadisin isnâdında İbn Lehi'â vardır, bu zat müdellistir ve onun desteklenmeyen rivayetleri zayıftır. Ayrıca yine bu hadisin isnâdındaki Atâ bin Dînar’ın Said b. Cübeyr’den hadis dinlemediği söylenmiştir.” (19) der. Yine İbn Hibbân, hadisin isnâdındaki İbn Lehi'â hakkında: “Gördüm ki, İbn Lehi'â, zayıf râvîlerin rivayetlerini, güvenilir râvîlerden almış gibi naklediyor.” (20) demektedir. Nâsıruddin el-Albânî ise İbn Lehi'â’nın seyyi’ü’l-hıfz (hafızası kötü) olduğunu söyler. (21) Kimi cerh-ta'dil otoritelerinin, İbn Lehi'â'nın aslında sika (güvenilir) bir ravi olduğunu söylemelerinin yanı sıra, müdellis bir ravi olduğu ve kendisine ait bir hadis sahifesinin kaybolması sonucu ezberindeki rivayetleri ve ravileri karıştırmaya başlamasından dolayı hadis otoritelerince cerh edildiği bilgisi elimizdedir. Hadis alimlerinin bu tespitleri doğrultusunda İbn Teymiyye’nin sahih olarak kabul ettiği, Hz. Peygamber (sav.) Efendimizin Arş’a (hâşâ Allah’ın yanına) oturtulması ile ilgili rivayetlerin aslında zayıf olduğu ve itikadda bir şey ifade etmeyeceği sabittir. 

Yukarıda kendisinden naklettiğimiz üzere İbn Teymiyye Allah'ın Arş'a oturduğu ve Arş'ın tamamını kapladığı görüşündedir. Aksi halde İbn Teymiyye'ye göre Arş, boyut olarak Allah'tan daha büyük kabul edilmiş olur ama ona göre Allah hacim itibariyle her şeyden büyüktür, büyük olmalıdır. Allah'ın Arş'ın tamamını kapladığını düşünürken; öte yandan tamamı Allah tarafından kaplanmış ve dört parmak bile boşluk kalmamış olan Arş'ta "Makam-ı Mahmud" adlı boş bir yer bulunduğunu ve buraya Rasulullah'ın oturtulacağını savunması, İbn Teymiyye'nin kendisi açısından çelişki teşkil eder. Bu çekişkilerden kurtulmanın yolu ise, Allah'ın boyut, hacim, cisimlik, mekansallık, oturmak, alan kaplamak gibi beşerî hususiyetlerle asla bağdaştırılmaması gerektiği hakikatidir. Kabul edildiği takdirde ardı arkası kesilmeyen çekişkilere ve itikadî problemlere sebebiyet veren bu rivayetler, zaten sıhhatlerindeki kusurlar nedeniyle itikada konu edilemez, sahih ve münezzeh Allah inancına mugayirdir.

Yine İbn Teymiyye, başka bir eserinde şöyle der: 

“Selef, bu ve benzeri haberlerin naklinde ittifak etmiştir. Örneğin; Atâ ibn Ebî Rabâh, Habîb ibn Ebî Sâbit, A’meş, Sevrî ve onların arkadaşları inkar etmeden bunu nakletmiştir. Şöhret seviyesine ulaşan bu çeşitli rivayetler delildir ki, ümmetin alimleri, Allah’ın Adem’i Rahman’ın suretinde yarattığı görüşünü inkar etmemişlerdir. Tam aksine, bu görüş üzerinde ittifak etmişlerdir. Bazılarının, bu rivayetin kerih/zayıf olduğunu söyledikleri görülebilir. Çünkü ümmetin alimleri üzerinde ittifak etmiş olsa bile bazı şeyler vardır ki cahiller onu işitip yanlış sonuçlara gidebilir.” (22) 

İbn Teymiyye’nin, üzerinde Selef’in ittifak ettiğini söylediği “Şüphesiz Allah, Adem’i Rahmân’ın suretinde/biçiminde yaratmıştır.” rivayeti hakkında İbn Huzeyme: “Bu rivayette üç illet/zayıflık vardır. Birincisi; Sevrî, bu rivayetin naklinde Atâ ibn Ebî Rabâh’a muhalefet etmiş ve hadisi mürsel olarak (yani sahabe ismi zikretmeden) nakletmiştir. İkincisi; A’meş, müdellis bir râvîdir ve bu hadisi naklederken an’ane yapmıştır. Üçüncüsü; Habîb b. Ebî Sâbit de müdellis bir râvîdir ve bu hadisi naklederken an’ane yapmıştır.” (23) ifadeleriyle bu rivayetin senedindeki illetleri açıklar. Zâhid el-Kevserî de İbn Huzeyme’nin söz konusu eserindeki itikadî meselelerde birçok yanlışlık olduğunu, lakin bu rivayetin üç illetini açıklarken isabet ettiğini söyler. (24) İbn Teymiyye’nin sahih olduğunu düşündüğü, Allah’ın Adem (as.)’ı Rahman’ın suretinde yarattığına dair rivayetler de isnadlarındaki illetler dolayısıyla aslında zayıftır ve itikadda bir şey ifade etmemektedir. Aksi halde Adem (as.)'ın Allah'ın biçiminde olduğuna (veya tam tersi) inanılması tehlikesi doğar ki Allah Teâlâ'nın hiçbir şeye benzemediği/benzetilmemesi gerektiği hakikatine aykırılık teşkil eder. 

İbn Teymiyye’nin kendi şahsî kanaatini sık sık ekseriyete, Selef’e, Ehl-i Sünnet’e vs. atfettiğini ve bu yolla kendi görüşünü meşrulaştırmaya çalıştığını düşünen İmam Kevserî, İbn Teymiyye’nin bu görüşlerine kısaca şu cümlelerle mukabele eder: 

“Cenâb-ı Hakk’ın “Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’ı istiva eden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” (Hadîd 4) ayetinde “istiva” ile “kullarla beraber olma” fiillerini birlikte-aynı ayette zikretmiş olması, istivanın mekânsal bir yerleşme olmadığının kesin delillerinden birisidir.” (25) 

“Cenâb-ı Hakk’ın bir mekânda yerleşmiş bulunduğunu söyleyen kimse putperesttir.” (26) 

“Yine Cenâb-ı Hakk’ın bir sınırı, keza O’nun bir mekânı ve mekânının da bir sınırı olduğunu söylemek tecsimdir. Tecsim (yani Allah’a cisimlik isnad etmek) ise putperestlikten başka bir şey değildir.” (27) 

“Haşeviyye taifesinin, kitaplarında İmam Mâlik ve İmam Ebû Hanîfe’den rivayet ettikleri -teşbih ve tecsim ifade eden- görüşler sahih senedlerle nakledilmemiştir.” (28) 

“Osman b. Said ed-Dârimî’nin İbn Teymiyye tarafından hararetle tavsiye edilen Nakzu’d-Dârimî adlı eserinde yer alan “Yüce Allah’ın dilerse oturacağı, kalkacağı, yukarıdan aşağıya inip aşağıdan yukarıya çıkacağı, Cenâb-ı Hakk’ın kulları ile arasında maddi bir mesafe bulunduğu, dolayısıyla minaredeki bir insanın yerdeki bir insana nazaran Allah’a daha yakın olacağı vb.” görüşler küfürdür.” (29) 


İmam Zâhid el-Kevserî, naklettiğimiz üzere İbn Teymiyye’nin söz konusu görüşlerini çok sert ifadelerle eleştirmektedir. Buna rağmen ilim vakarını ve itibarını elden bırakmayan İmam Kevserî, itikâdî hususlarda şiddetle eleştirdiği İbn Teymiyye’ye eserlerinde yer yer atıflar yapar. Bazı meselelerde İbn Teymiyye’nin eserlerini kaynak olarak zikretmekten ve ihkâk-ı hak kabilinden görüşlerini referans olarak almaktan ve nakletmekten geri durmaz. (30) Bu ise, en büyük karşıtlarından biri olan İmam Kevserî’nin İbn Teymiyye’nin ilim adamı/alim şahsiyetine hak ettiği değeri verdiğini gösterir bir karinedir. 


Konumuzun diğer boyutu olmak üzere, İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî, İbn Arabî hakkında ise şunları söylemektedir: 

“Müellif (yani İbn Arabî), kitapta ele aldığı bazı meselelere hiç girmeyebilirdi. Sekr ehli abidlerin şatahatlarına (şuursuz iken söylenmiş aykırı sözlerine) dalmaktan uzak durulması gerektiğini düşünüyorum. Zira bu konuda söylenecek söz, son söz olmayabilir. Hatta bu mesele hakkında ihtilaf eden tarafları razı etmek az görülen bir şeydir. Vahdet-i vücûd, onu açıklığa kavuşturmak için ortaya konulan her gayretin zayi olduğu bir mevzudur. Hep müşahede edilegeldiği gibi, bu mevzunun derinliğine girenlerin ekseriyeti zararlı çıkmıştır. Bilindiği gibi şeriata bağlı kalanların tuttuğu yol, vahdet-i şuhûddur.” (31) 

Kendisi de bir Sûfî olan İmam Kevserî, daha önce başka alimlerden naklettiğimiz üzere İbn Arabî’nin eserlerinden ve görüşlerinden uzak durulması gerektiğini söylemekle tasavvufun temelinde bulunması gereken şeriat çizgisini muhafaza etmektedir. Bütün bunlarla birlikte bir şahs-ı muayyenin ithamından/tekfirinden hassasiyetle kaçınan İmam Kevserî’nin şu sözleri birer ibret vesikasıdır: 


“Biz bir kimsenin küfre girdiğini söylediğimizde, onun, kişiyi dinden çıkaran bir söz söylediğini anlatmak isteriz. Onu söyleyenin kafir olduğuna kesin bir şekilde hükmetmeyiz. Çünkü söz konusu kişinin tevbe etmiş ve amel defterinin hayırla mühürlenmiş olma ihtimali söz konusudur. Bizim buradaki amacımız, Müslümanları böyle bir sözden ve onu söyleyeni kendisine örnek almaktan sakındırmaktır.” (32) 





İnşallah devam edecek… 

Dipnotlar:

(1) Ahmed Hayrî, İmam el-Kevserî, nşr; el-Mektebetû'l-Ezheriyye li't-türâs, 1420/1999 s.5 

(2) İbn Teymiyye, Beyân-ı Telbîsü’l-Cehmiyye, 1/118 

(3) el-Fıkhu’l-Ekber, s. 2 

(4) İbn Teymiyye, Beyân-ı Telbîsü’l-Cehmiyye, 1/484 

(5) İbn Teymiyye, Beyân-ı Telbîsü'l-Cehmiyye, 6/497-98

(6) Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdâd, 13/164-65

(7) İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, 16/435-6-7 

(8) el-Vasıyye, s. 73

(9) Makâlâtu’l-Kevserî, s. 516

(10) el-Uluvv, 1/415-16

(11) Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, s. 418-19

(12) Fethu'l-Kadîr, 1/31

(13) Beyhakî, a.g.e, aynı yer.


(14) Hadis usulünde “müdellis”, tedlis yapan râvîler için kullanılan bir cerh ifadesidir. Râvînin, bir hadisi naklederken o hadisi kendisinden dinlediği kişinin ismini her hangi bir sebepten dolayı gizlemesi manasına gelir. Bu ise, râvînin bir hadisi aslında bizzat işitmediği bir zattan bizzat işitmiş gibi nakletmesi demektir. Dolayısıyla tedlis yapan bir râvînin bir hadisi, öğrendiği şahıstan doğrudan dinlediğini çağrıştıran “haddesenâ, ahberanâ, semi’tu” gibi ibareler yerine, ondan doğrudan dinlediği izlenimi vermeyen “an …” ekiyle nakletmesi (yani an’ane yapması), hadisin senedinde kopukluk olduğu izlenimini doğurması hasebiyle o hadisin sıhhat derecesini düşüren bir illettir. Bu itibarla müdellis bir râvînin an’ane yoluyla naklettiği hadislerin reddedilmesi, muhaddisler nezdinde müttefekun aleyh bir usûl-i hadis kaidesi olarak tespit ve kabul edilmiştir. 

(15) Hadis usulünde “muhtelit”, ihtilata maruz kalan hadis râvîleri için kullanılan bir cerh ifadesidir. İhtilat ise, yaşlanmaya veya bazı psikolojik durumlara bağlı olarak hadis râvîsinde görülen ciddi hafıza kusurlarının genel adıdır. “Hadis ilminde ihtilat, çoğunlukla, hadis râvîlerinin, uzun ve meşakkatli tahsil hayatları sonrası yaşlılık demlerine baliğ olduklarında hafızalarının giderek zayıflaması, kimi zaman da bir insan olarak tahammülü zor ağır bir hastalık yahut çok sevilen bir yakını kaybetme gibi özel durumlar neticesinde aklî dengenin bozulması ve bunun sonucu olarak râvînin rivayetinde hatalarının çoğalıp doğruları kadar veya daha fazla olması anlamını ifade eder.” Bkz: Mehmet Fatih Kaya, Hadis Usûlünde İhtilât, Rıhle Kitap, İstanbul



(16) İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, 2/75

(17) İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, 4/374 

(18) el-Uluvv, 2/1081

(19) Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 7/51 

(20) İbn Hibbân, Kitâbu’l-Mecrûhîn, 2/12 

(21) İbn Ebî Âsım, Kitâbü’s-Sünne, s. 230 

(22) İbn Teymiyye, Beyân-ı Telbîsü’l-Cehmiyye, 6/445 

(23) İbn Huzeyme, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 38 

(24) Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, s. 291, 1 no’lu ta’lik; Söz konusu rivayetin farklı tariklerinin metin ve sened yönünden taşıdıkları illetler için bkz: Ebubekir Sifil, Çağdaş Dünyada İslamî Duruş, s. 227 vd. 

(25) Makâlâtu’l-Kevserî, s. 366-7 

(26) Makâlâtu’l-Kevserî, s. 377 

(27) Makâlâtu’l-Kevserî, s. 378 

(28) Makâlâtu’l-Kevserî, s. 411; İmam Kevserî'nin "Haşeviyye taifesi" diyerek İbn Teymiyye'yi ve onun çizgisini takip edenleri kast ettiğine dair elimizde bir karine yoktur. Fakat gerek İbn Teymiyye’nin kitaplarında, gerekse Selefî çevrelerce muteber sayılan İbn Ebi’l-İzz'in el-Akîdetü’t-Tahâviyye Şerhi gibi kitaplarda İmam A’zâm Ebû Hanîfe Hazretleri’nin, Allah’ın gökte olduğunu inkar edenin kafir olacağını söylediğine dair rivayetlere rastlamak mümkündür. İmam Kevserî, bu rivayetlerin sahih senedlerle nakledilmediğini vurgulamaktadır. Ayrıca bkz: el-Fıkhu’l-Ekber, Aliyyu’l-Kârî Şerhiyle birlikte, s. 216 vd. 

(29) Makâlâtu’l-Kevserî, s. 355-6 


(30) Örn; Zâhid el-Kevserî, Nazratü’n-Âbira, s. 119 

(31) Mukaddimâtu’l İmâm el-Kevserî, s. 554 

(32) Makâlâtu’l-Kevserî, s. 400

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder