8 Kasım 2015 Pazar

İbn Arabî ile İbn Teymiyye İhtilafına Yaklaşımlar - 10 (Sonuç)

"İki yıl önce bir iftar yemeğine davet edilmiştim. Birkaçını Ezher mezunu genç arkadaşların oluşturduğu 10-15 kişilik grup ile iftar sonrası sohbet ettik. Konu: Tasavvuf merkezli ihtilaflar. Orada Ehl-i Tasavvuf ile İbn Teymiyye'nin temsil ettiği ve başını çektiği -günümüzde "Selefîlik" olarak ifade edilen- ekol arasındaki ihtilafların günümüze aktarılmasında bugünün müslümanı için herhangi bir fayda görmediğimi dilimin döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.

"Ağırlıklı olarak tercüme kültürü üzerine bina ettiğimiz, derinlikten, takvadan ve kardeşlik ruhundan uzak, hizipleşmeye meyyal İslam anlayışının, bu türlü meseleleri -sonuçlandırmak şöyle dursun- taşımaktan bile uzak olduğunu söyledim ve şöyle dedim:

"Bugün kendi iç bünyemizin sağlıklı bir yapıya kavuşabilmesi için yapılması gereken en önemli ve öncelikli şey, farklı gruplara mensup bireylerin, bir araya geldikleri ortamlarda önce ihtilaflarını gündeme getirerek karşılıklı nefreti, itham anlayışını ve dolayısıyla hizipleşmeyi beslemek yerine, "paylaştıkları görüşleri" gündemde tutarak bu alanı genişletmek ve böylece kardeşlik ruhunu yakalamaktır.

"Unutmayın ki, herkesin kafasında kendi İslam anlayışını tesis eden ve besleyen bir şablonu var. Siz bu şablonu mutlaklaştırarak İslam'ı kendi doğrularınızdan ibaret görmekle, karşınızdaki insanlara da doğal olarak böyle bir "hak" tanımış oluyorsunuz..." (1)

Kıymetli müellif ve ilim adamı Doç. Dr. Ebubekir Sifil'den naklettiğimiz bu satırlar, bu yazı dizisi ile ulaşmaya çalıştığımız nihaî neticeyi özetlemekte, ümmetin bugün hararetle sahip olması gereken basiret ve feraset vasatını hülasaten anlatmakta.

Meşhur Hindistanlı Hanefî alimlerden, hadis ve fıkıh dallarında otorite ve ehl-i tasavvuf bir zat olan Zafer Ahmed et-Tehânevî (r.a.), Hanefî fıkhının hadis temelini ortaya koymak maksadıyla "hadis fıkhı" içerikli İ'lâu's-Sünen isimli hacimli bir eser kaleme almıştı. Tehânevî merhum, bu eserinin mukaddimesinde, İbn Teymiyye'nin "reddu'ş-şems" ile ilgili bir rivayeti reddettiğini, (2) bu rivayeti nakleden İmam Tahâvî hakkında ise ileri geri konuştuğunu (3) söylüyordu: "Allah'a yemin ederim ki Tahâvî'nin hadis ilmindeki derecesi, İbn Teymiyye'nin derecesinden binlerce defa yüksektir. İbn Teymiyye nerede, Tahavî'nin ayağının tozu olmak nerede..."

Tehânevî merhum'un kıymetli talebesi merhum Abdülfettah Ebû Gudde bu eseri muhteşem ta'liklerle neşretme çalışmaları esnasında Tehânevî'nin yukarıdaki ifadelerine rastladı. Malum, Ebû Gudde merhum İbn Teymiyye'ye büyük bir saygı besleyen ve ondan etkilenmiş bir allame idi. Hocası Tehânevî'ye bir mektup yazarak bu ifadesi ile ne anlatmak istediğini sordu. Tehanevî'nin cevabı, tüylerimi diken diken etti:

"Ben arkadaşlarımdan birisine o ifademin üstünü çizmesini ve eserimden çıkarmasını söylemiştim. Ancak o bunu unutmuş; bana da onu hatırlatmamı şeytan unutturdu. O ifademin üzerini siz çizin ve kenarına şöyle yazın: Müellif bu ifadeden rücu etmiştir. Bu ifade bir kalem sürçmesi neticesi yazılmış. Müellif, İslam imamları hakkında edepsizlik ettiği için Allah'a tevbe istiğfar etmektedir ki, o imamlardan birisi de Şeyhülislam İbn Teymiyye el-Harrânî'dir. Allah Teala ona rahmet eylesin, onu ve bizi selamet yurdu olan cennete koysun."(4)

Ulemanın birbirleri arasındaki bu nezaket ve hassasiyet ölçüsünü biz Müslümanların günlük hayata taşıyamıyor oluşu, lakin bununla birlikte birbirlerine karşı nezaketi mübalağa edecek kadar hassas davranan alimlerin izinden yürüdüğünü iddia etmesi garabet değil de nedir?

Şeyhülislam Ebussuûd Efendi'ye soruldu: "Bir kimse Şeyh Muhyiddin'in Fusûsu'l Hikem'i Şerîatden hâriçtir, halkı idlâl için bunu tasnîf etmiştir, bunu mutâlâa eden mülhiddir, dese ona ne lâzım gelir? El-Cevâb: Evet... O kitapta Şerîata mübâyin kelimât vardır, bâzı mutasallifler bu kelimeleri Şer'a ircâ için tekellüfde bulunmuşlardır, lâkin biz teyakkun etmiş bulunuyoruz ki, bunları bâzı yahûdiler Şeyh'e -kuddîse sirruhû- iftirâ etmişlerdir. Binâenaleyh o kelimelerin mütâlâsını terk ile ihtiyatda bulunmak vacibdir. Zâten bundan nehiy husûsunda emr-i Sultânî de sâdır olmuştur, artık her vechile ictinab icâb eder." (5)

Ben, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabî'nin (k.s.) velayetine ve Allah katında makbul bir zat olduğuna inanmakla birlikte istikamet sahibi ulemanın Kur'an ve Sünnet'ten istinbat ettiği sahih Ehl-i Sünnet akidesine bağlılığım dolayısıyla kendisine isnad edilen aykırı görüşlerin hiçbirini benimsemiyorum ve reddetmekte tereddüt etmiyorum. Bunlara İmâm-ı Rabbânî'nin bahsettiği üzere, seyr-i sulûkta takıldığı bir merhale neticesinde algı dünyasının ve düşüncelerinin olumsuz etkilenmesi gözüyle bakıyorum ki İmâm-ı Rabbânî'nin söylediğine göre bunlar müctehidin ictihadı mesabesindedir. Kaldı ki güvenilir otoritelerin tahkikiyle bu görüşlerin O'nun kitaplarına sonradan sokuşturulduğunu ispat eden veriler de ortada iken bu sözlerinden dolayı İbn Arabî merhumu rencide etmemi gerektirecek herhangi bir sebep ve bunda da ümmetim adına herhangi bir fayda görmüyorum. Bu durumda Fusûs'ta meşhur olduğu üzere "Firavun'un imanı" ve "cehennem azabının bir gün son bulacağı" gibi Ehl-i Sünnet'e mugayir görüşleri değil, İbn Arabî'nin; "Bu günahkarlar, hepsi cehennemde olan ve oradan çıkamayacak olan dört zümredir. Bunlar Firavun vb. gibi rabb olduğunu iddia edip Allah'ın rabliğini reddederek Allah'a karşı büyüklenenlerdir. Firavun şöyle demişti: "Ey topluluk! Benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum" Bir keresinde ise şöyle söylemişti: "Ben sizin en büyük rabbinizim." Burada gökte kendisinden başka ilâh olmadığını kasteder. Nemrut ve diğeleri de böyledir. (ebediyyen cehennemliktir.)" (6) gibi cümlelerini muhatap ve esas kabul ediyorum.

Aynı şekilde, Şeyhülislam İbn Teymiyye (r.a.)'in zühdüne, takvasına, ilmine ve cihadına şahitlik ediyorum. Onun kitaplarında var olduğuna dair ilm-i yakin sahibi olduğum teşbih-tecsime varacak kadar aşırı görüşlerinden dolayı da kendisi için Allah'tan mağfiret diliyorum. Zira "Muhammed Zâhid el-Kevserî Örneği" başlığı altında incelediğim üzere İbn Teymiyye bu görüşlerini kendiliğinden uydurmuş değildir, bu tür görüşleri izhar ettiği her yerde daima bir delile dayanır. Bu delillerin delâleti ve sübûtu, o bölümde de incelediğimiz üzere son derece tartışmalıdır. Zaten bir insan olduğu için İbn Teymiyye'nin de hatadan korunmuş olamayacağı ebediyyen mer'î olan bir hakikattir. Lakin zühdünü, takvasını, cihadını tüm ümmete isbat etmiş ve cenazesine elli binden ziyade mü'minin iştirak ettiği bir alimi İslam dairesi dışında görerek henüz kendi içinde toparlanamamış Ehl-i Sünnet gövdesini yeni tefrikalarla yıpratmamı gerektirecek bir sebep olamaz...

Geçmişte defalarca tartışılmış, hakkında tezler ileri sürülmüş, karşı tezler üretilmiş, cevaplar verilmiş, o cevapların da cevapları verilmiş bir konuyu, dünyanın dört bir yanında Allah ve Rasulünün düşmanları tarafından ümmetin kanının oluk oluk akıtıldığı bir zamanda dahi sürdürmenin ve enerjimizi ve mesaimizi buna harcamanın en azından Allah'a karşı şükürsüzlük ve nankörlük olduğunu düşünüyorum. Bunun için de mümkün olduğunca hem Selefîlerin hem de Sûfîlerin kadrini teslim ettiği istikamet sahibi alimlerden örnekler vererek meseleyi netliğe kavuşturma gayesi güttüm. Referanslar çoğaltılabilir elbette. Bu ümmetin İbn Dakîk el-Iyd, İbnu'l-Hümâm, Cemalüddin Zeylâî, Takiyyüddin Sübkî, Tacüddin Sübkî, Irâkî, Alaüddin Buhârî, Zafer Ahmed Tehânevî, Muhammed Enver Şah Keşmirî, İbn Hacer Askalânî, İbn Hacer Heytemî, Aliyyü'l-Kârî, Ahmet b. Zeynî Dahlân, Yusuf ed-Dicvî, Abdülfettah Ebû Gudde, Bediüzzaman Said Nursî, Muhammed Ebû Zehra ve daha niceleri gibi denge insanlarından da öğrenecek çok şeyi vardır elbette. Lakin araştırmamın öngördüğüm muhtevasını aşmaması için bu alimlerin konuyla ilgili görüşlerini açma fırsatı bulamadım.

Her alim ve abid gibi İbn Arabî'nin de, İbn Teymiyye'nin de yanıldığı noktalar olabileceğini unutmamak mühimdir. Dolayısıyla koca bir tasavvuf dünyası adına İbn Arabî'ye isnad edilen aykırı görüşleri sırf bir tasavvuf büyüğü olduğu için savunmanın hiçbir faydası yoktur, zararı ise pek çoktur. Sahih bir tasavvuf çizgisine sahip olmak için önümüzde İmâm-ı Rabbânî örneği vardır. Aynı şekilde Selef-i sâlihînin yolunu takip etmek için bir Selef imamı olan İmâm-ı Â'zâm Ebû Hanîfe Hazretlerinin şiddetle eleştirdiği teşbih-tecsim yanılgısına düşmek zorunda değiliz. Sahih bir itikad sahibi olmak için de önümüzde İmam Ebû Hanîfe'nin çizgisini devam ettiren bir Selef devamı olarak İmâm Tahâvî örneği vardır... 

Sûfiyye ile Selefiyye ve bu ekollerin sembol isimleri ve takipçileri arasındaki kadim ihtilafı bitirmek adına "İbrahim (a.s.)'ın ateşine su taşıyan karınca" kabilinden kaleme alınan bu yazı dizisinin hayırlı neticelere vesile olmasını Allah'tan dilerim...

Uyanışın ve dirilişin ilk merhalesi, sahih bir itikaddır. Tefrikalara ve ayrışmalara engel olabilmek için atmamız gereken ilk adım da buna sahip olmaktır. Allahu Teala, ümmetimize rahmet etsin, bizleri bağışlasın ve cennetinde buluştursun. Bizleri gereksiz tefrikalardan ve hayırsız mesailerden muhafaza eylesin.

Alemlerin Rabbi Allah'a sonsuz hamd-ü senalar, O'nun Rasulü Hazret-i Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa Efendimize, O'nun âline ve ashabına salat-ü selam olsun...

Muhammed Yakup Altuğ



Dipnotlar:

(1) Ebubekir Sifil, İslam ve Modern Çağ, 1/67-68

(2) Minhâcu's-Sünne, 4/186 vd.

(3) Tehânevî, Kavâid fî Ulûmi'l-Hadîs, s. 441

(4) Tehânevî, Kavâid fî Ulûmi'l-Hadîs, s. 442, Abdülfettah Ebû Gudde ta'lik ve tahkikiyle, İdâretu'l-Kur''an ve'l-Ulûmi'l-İslâmiyye, Karaçi.

(5) Ömer Nasuhi Bilmen, Tabakâtu'l-Müfessirîn, 2/515

(6) el-Fütûhâtu'l-Mekkiyye, 2/412 (62. Bab)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder